TÜRKLER DE VE OSMANLILAR DA GÜVERCİN YETİŞTİR

Konusu 'Güvercin ve Kültür' forumundadır ve ZEYNAL YÖRÜK tarafından 25 Aralık 2008 başlatılmıştır.

  1. ZEYNAL YÖRÜK

    ZEYNAL YÖRÜK Konuk Konuk

    ESKİ ÇAĞLARDA, TÜRKLER DE VE
    OSMANLILAR DA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

    GÜVERCİNLER HAKKINDA EN ESKİ BİLGİLER
    Güvercin, insanoğlunun ilk evcilleştirdiği kuş türü olarak bilinmektedir. Bu konudaki en eski bilgiler, M.Ö 4500 yıllarına, yani günümüzden yaklaşık 6500 yıl öncesine kadar gitmektedir. Köken olarak evcil güvercinin ilk olarak Orta Asya milletleri tarafından eğitildiği tahmin edilmekle birlikte son yıllardaki bulgular güvercinin Anadolu kökenli bir gelişim göstermiş olabileceğini de düşündürmektedir.
    Günümüz bilim insanları arasında evcil güvercinin atasının kaya güvercini Columba livia ) olduğu görüşü oldukça yaygındır. Bu görüş 1850’li yıllarda evrim teorisi üzerine çalışırken güvercinlerle ilgili araştırmalarda bulunan Charles Darwin’e aittir. Darwin, evcilleştirilmiş yabani bitki ve hayvan türlerinde çeşitliliğin daha fazla olduğunu gözlemiş ve bunun nedenleri üzerinde durmuştur. Evcil güvercin çeşitlerinin beslenmesi ve üretilmesi ile ilgili çeşitli deneyler yapmıştır. Bu denemeleri sırasında farklı ırkları birbiri ile eşleştirerek yeni güvercin ırkları elde etmiştir. Elde edilen yeni ırkın, başlangıçta kullandığı ırklardan oldukça farklı özelliklere sahip olması üzerine, bunun nedeninin kendi seçimi olduğunu kavramıştır. Seleksiyon adını verdiği bu seçimin evcil türlerde ırkın değişimini getirdiğini tespit etmesi üzerine, doğada bulunan türlerde ırkların değişiminin nasıl olduğu üzerine çalışmaya başlamış ve evrim teorisi olarak bilinen teoriyi geliştirmiştir. Günümüz bilim insanları da aynı kanıyı paylaşmakta ve evcil güvercinin, kaya güvercini de dahil olmak üzere farklı 2 ya da 4 yabani güvercin türünün bir melezlenmesi sonucu ortaya çıktığı görüşünde birleşmektedirler.

    GÜVERCİN ANADOLU KÖKENLİ Mİ ?
    Evcil güvercinlerin Asya’dan, Mısır ve Mezopotamya’ya doğru bir yayılım izlediği ve buradan da Anadolu’ya geldiği düşünülmekle birlikte son yıllarda yapılan araştırmalar ve özellikle arkeolojik ve etimolojik ( dilbilimsel ) incelemeler, güvercinin Anadolu’da çok eskiden beri bilindiğini ve Anadolu kökenli olarak yayılmış olabileceği de düşündürmektedir. Hitit İmparatorluğu döneminde Anadolu’da bir kuş kültürü olduğu bilinmektedir. Asya’da bulunmayan bazı kuş türlerinin bu kültürde yer alıyor olması, bu kültürün Asya kökenli olmadığını göstermektedir. Gene Mısır ve Mezopotamya’da makbul kabul edilen ve saygı gören baykuş karga ve akbaba gibi kuşların Anadolu kültüründe ölümü ve uğursuzluğu çağrıştırdığı için yer almıyor olması, Anadolu’nun kendine özgü bir kuş kültürü geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Gaga ağızlı olarak tabir edilen ve özgün Hitit formunu oluşturan testiler bu kültürün sanata yansımalarıdır.
    Ayrıca bulunan bazı çivi yazılı tabletlerden Anadolu’da güvercin yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Anadolu’nun Hitit öncesi dönemde, geçmişi paleolitik çağa kadar uzanan çok köklü bir yerleşime sahne olduğu, son dönemde yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkartılmış durumdadır. Tarih öncesi olarak adlandırılan bu ve onu izleyen dönemlerde Anadolu, dünyanın en önemli yerleşim birimlerine ev sahipliği yapmaktadır. Çatalhöyük’ten Hacılar’a, Canhasan’dan Alacahöyük ve Hattuşaş’a kadar uzanan şehir tipi yerleşimler o çağlarda dünyanın en önemli yerleşim ve uygarlık birimleridir. Böylesine köklü bir alt yapı üzerinde kendine özgü kültürel oluşumların gelişmesi son derece doğaldır. Gerek bu dönemde gerekse Asur ticaret kolonileri ve Hitit dönemlerinde Anadolu ile Mısır ve Mezopotamya arasında çok canlı bir ticari ilişki bulunmaktadır. Bu ticari ilişki sayesinde bölgelere özgü farklı güvercin ırklarının da yayılmış olduğu tahmin edilmektedir.
    Hitit imparatorluğunun başkenti olan Hattuşaş bölgesinde ( Boğazköy ) bugün Çorumlu ( Çorum çıplağı ) olarak tabir edilen güvercin ırkının soyunun Hititler dönemine kadar dayanabileceği bazı etimolojik araştırmalara dayanılarak Polonya Bilimler Akademisi Türkologlarından Edward Tryjarski tarafından belirtilmektedir.
    Edward Tryjarski, güvercinin paleolitik çağın sonlarına doğru yani günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce Anadolu’da evcilleştirildiği ve buradan dünyaya yayıldığı görüşündedir. Ancak bu görüşü destekler arkeolojik bulgular henüz yoktur. Bunun yanı sıra günümüzden 10.000 yıl öncesinde Anadolu’da, mezolitik çağ olarak adlandırılan dönemde avcılığın sistemli hale geldiği ve başta köpek olmak üzere bazı hayvanların evcilleştirildiği arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Bu dönem ve onu izleyen neolitik çağda güvercinin de evcilleştirilmiş olabileceği düşünülebilir.
    Bunun yanı sıra Anadolu’nun dışında da güvercinlerin evcilleştirildiğine ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Tevrat’ta yer alan Nuh peygamber efsanesinde, gemiden salınan kuş, bir güvercindir. Tevrat’ta yer alan bu efsanenin kaynağının eski Sümer ve Babil efsaneleri olduğu bilinmektedir. Benzer anlatımların ümerler’de Gılgamış destanında da bulunması eski dönemlerde Mezopotamya’da güvercinin evcilleştirilmiş olabileceğini düşündürmektedir.
    M.Ö 3000 yılına ait Mısır kayıtlarında, 5. Mısır hanedanlığı zamanında güvercinlerin yemek amacı ile yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde güvercin hem eti hem de gübresi için yetiştirilmekteydi. O dönemde güvercin eti sofraların makbul bir yiyeceğiydi. Güvercin gübresinden yararlanmak için de güvercin kulesi adı verilen yüksek ve üzerinde güvercinlerin girebilecekleri delikler bulunan kuleler yapılmaktaydı. Bu yapılar, Anadolu’da yakın tarihe kadar bulunan Boranhaneleri çağrıştırmaktadır.

    ESKİ ÇAĞLARDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Güvercinin evcilleştirilmesi ister Asya kökenli, ister Mısır ve Mezopotamya kökenli isterse de Anadolu kökenli olsun, güvercinin çok eski devirlerden beri evcilleştirildiği ve insanlar tarafından farklı amaçlarla kullanıldığı bir gerçektir. Evcil bir türden bahsettiğimiz için güvercin ırklarının gelişiminde insanların seçimi belirleyici rol oynamıştır. Eski dönemlerdeki bölgeler arası yoğun ticari ilişkiler ve savaşların da etkisi ile güvercin ırkları da hızlı bir şekilde dünya üzerine yayılmıştır.
    Başlangıçta eti ve gübresi için yetiştirilen güvercinler, daha sonraları bu hayvanların yön bulma, yuvasına bağlılık ve uzun mesafeleri uçabilme gibi yeteneklerinin keşfedilmesi ile birlikte haberleşme amaçlı kullanılmaya başlamışlardır. Özellikle savaşlar sırasında güvercinlere haberleşme konusunda önemli görevler düşmüştür. M.Ö 1200 yıllarında Mısır’da güvercinlerden haberleşme amacı ile yararlanıldığını görüyoruz. Daha sonraki dönemlerde haberleşme amaçlı yetiştiricilik farklı ülkelere de yayılmıştır. M.Ö 300 yıllarında Çin’de güvercinlerle bütün ülkeyi kapsayan bir haberleşme ağı kurulmuştur. Özellikle savaş sırasında ki haberleşmelerde güvercinler önemli bir rol oynamışlardır. Cengiz Han’ın seferleri sırasında haberleşme amaçlı posta güvercin kullandığı bilinmektedir.
    Bağdat halifelerinin de güvercinlere çok değer verdiği bir gerçektir. Suriye’nin güçlü hükümdarı Nureddin ( 1146 – 1174 ) Mısır’da yıllarca çok iyi işleyen bir güvercin posta şebekesi kurmuş olması ile ünlüdür. Bu amaçla kullandığı güvercinlerin ayak ve gagalarını kendi şifreleri ile işaretlemiştir. Kullandığı güvercinler Irak’tan getirilen boyunları renkli ve benekli beyaz güvercinlerdi.
    Eski Yunan ve Roma’da da savaşlar sırasında güvercin kullanımı yaygındır. İslam öncesi Orta Asya’da bulunan Türk devletleri ile Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılarda da güvercinler hem haberleşme hem de güzellikleri için yetiştirilmişlerdir. Anadolu’da Yapılan kalelerin bazılarında posta güvercinleri ile haberleşme amaçlı güvercinlikler inşa edilmiştir. Bunların güzel bir örneğini Adıyaman’da Memlük egemenliği döneminden kalma Yeni Kale’de görebiliriz. Son büyük savaşlar olan I. Ve II. dünya savaşlarında da güvercinlerden haberleşme amaçlı yararlanılmıştır. Hele telsiz ve telefon görüşmelerinin yapılamadığı anlarda posta güvercinleri çok işe yaramışlardır. Hatta savaş sonrası hizmetlerinden ötürü madalya verilmiş posta güvercinleri bile bulunmaktadır.
    Günümüzde posta güvercini yetiştiriciliği daha çok sportif ve yarış amaçlı olarak yapılmaktadır. Haberleşme gereksiniminin yanı sıra güvercinler güzellikleri, uçarken yaptığı oyunlar ve bazen de ötüşleri için yetiştirilmişlerdir. Bugün ülkemizde “Ankut” ve “Demkeş” adı ile tanıdığımız güvercin ırkları eski devirlerde bu amaçla ve özelliklede ötüşü için yaygın olarak yetiştirilmekteydi. Ankut ırkı ve demkeşlerin dönemin gözde kuşlarından olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Hakkında kayıt bulunan en eski ırklarımızdan biri olması nedeni ile Ankutları kısaca tarihi özellikleri ile tanıtmak istiyorum.

    ANKUT IRKI GÜVERCİNLER
    Dünyada Ankut Trumpeter ya da Ankhut Trumpeter gibi adlarla bilinen güvercinler ülkemizde bugün ankut adı ile anılmaktadır. Peygamberimizin torunu ve Hz Ali’nin oğlu olan, 680 yılında Kerbela’da öldürülen İmam Hüseyin’in atmaca ve doğan avladığı, ayrıca çakşırlı ( paçalı ) kut ( ankut ) güvercin beslediği yazılıdır.
    Evliya çelebi bu bakımdan 1638 yılında, İstanbul’da kuşu kuş ile avlayan avcıların, pirimiz İmam Hüseyin’dir dediklerinin belirtiyor. Gene Evliya Çelebi, Hz. Ali’nin de “kırmızı çatal ibikli çakşırlı güvercin” ( ankut ) beslediğini ve bu bakımdan bunları beslemenin sünnet olduğunu yazmaktadır. “Çatal ibik” tabiri, Osmanlıda çift tepe (takka – perçem) anlamında kullanılıyor. Gene Evliya Çelebinin belirttiğine göre ankutların, sadekut , taçlıkut, çakşırlıkut gibi çeşitleri bulunmaktadır.
    Şanlıurfa’da bugün ankutların uğurlu olduğuna inanılıyor. Hz Eyüp’ün mağarasında beslediği söylenen bu güvercinlerin, halk arasında çocuğu olmayan kadınlara uğur getirdiği ve hatta gece uykusunda korkan kadınların dertlerine deva olduğu söyleniyor.
    Bir tür süs kuşu olan bu güvercinlerin en önemli özellikleri, “dem çekme” adı verilen ötüş şekilleridir. Dem çekme tabiri tasavvuf müziğinde ve genel olarak Türk müziğinde doğaçlama olarak yapılan sunum sırasında sazlardan birinin soliste sürekli ya da aralıklı olarak eşlik etmesi anlamına gelir. Ankutların ötüşü dem çekmeye benzetilmektedir. Yetiştiriciler arasında, dem çekme özellikleri ve sürelerine göre değer verilen bu güvercinler, köken olarak Orta Asya Türkmenistan kaynaklıdırlar. Türklerin göçleri ile birlikte dünyaya yayılmışlardır. Günümüzde Russian Trumpeter ( Russian Barabanshik ) ve Bokhara Trumpeter ( Bokharski Barabanshik ) adları ile bilinen Rus trumpeter ırklarının köken olarak ankutlardan kaynaklandığı, Rus yetiştiricileri tarafından da kabul edilmektedir.

    TÜRKLER’DE GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Eski Asya kökenli Türk toplulukları arasında güvercine ilişkin yaygın bir kültür olduğu görülmektedir. Sınırlı ve belli alanlardaki kelimeleri içine alan Göktürk yazıtlarında güvercin kelimesi bulunmamaktadır. Ancak Orta Asya Türk topluluklarından Uygurlara ait en eski yazılı metinlerde güvercin anlamında “kökürçkün” ve “köğürçün” gibi kelimelerin kullanıldığını görüyoruz. Birbirinden uzak değişik Türk toplulukları lehçelerinde bile bu kelimelerin ortak bir sözcük olarak varolması güvercin kültürünün o dönemde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bazı yazılı metinlerden güvercinlerin toplumsal olarak değer verilen ve oldukça kıymetli bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Asya’daki Türk kavimleri o dönemde yarı göçebe bir tarza sahip olmakla birlikte belli bir güvercin kültürü geliştirmişlerdir. Ancak bazı kuzey Türk topluluklarında bu kültüre ilişkin hiçbir iz bulunmaması daha çok iklimsel koşullarla açıklanmaktadır.
    O dönemde Çin’de güvercin yetiştiriciliğinin yaygın olduğu bilinmektedir. Özellikle haberleşme sistemini M.Ö 300’lü yıllarda bütün ülkede güvercinlerle sağlamayı başaran bir ülkede güvercin yetiştiriciliğinin çok eskilere dayandığını tahmin etmek zor değildir. Bugün bile Doğu Türkistan’da konuşulan bazı Türk lehçelerinde Pekin güvercini anlamına gelen “bedzin kepte” teriminin olması ve Pekin güvercinlerinin Türkler tarafından da yetiştirildiğinin bilinmesi, Türklerin Çinliler ile bir güvercin alış verişinde bulunduklarını göstermektedir. Geçmiş dönemlerde Asya’da yetiştirilen güvercin ırklarının neler olduğu konusunda sınırlı bir bilgiye sahibiz. Ancak taklacı güvercin ırkının Orta Asya Türkistan kökenli olduğu etimolojik incelemelerden anlaşılmaktadır. Bugün Çin sınırları içinde yer alan Taklamakan Çölü, çölleşmeden önce Türklerin yaşadığı bir bölge idi. Taklamakan adı eski Uygur Türkçe’sinde taklanın makamı yani onun gerçek yeri, doğum yeri anlamına gelmektedir. Bu kavramdan taklacı güvercin ırkının ilk kez Türk toplulukları tarafından yetiştirildiği sonucu çıkmaktadır.
    Bölgeye ilişkin bazı eski kaynaklardan, Doğu Türkistan’da “Guma güvercinleri” adı verilen ve evlerin çatılarına koyulan kafeslerden uçurulan güvercinlerin olduğu ve bunların arasında Alacalı güvercin ve Pekin güvercin ırkının bazı çeşitleri bulunduğu bilinmektedir. Günümüzde Şanlıurfa’da damlarda toplanan ve uçurulan evcil güvercin topluluklarına da “köme güvercinleri” adı verilmesi aradaki bağlantıyı göstermesi açısından ilginçtir.

    KÖME GÜVERCİNLERİ
    “Köme güvercinleri” bugün Şanlıurfa’da “Halis Güvercinler” olarak adlandırılmaktadırlar. Dünya da Dewlap ( gerdanlı ) ırkı olarak bilinirler. Ülkemizde bu ırka ait çeşitli tipte güvercinler bulunmaktadır. Eskiden Osmanlı devleti sınırları içinde bulunan Suriye ve Lübnan kökenli olan bu güvercinlerin Halep’te ve Beyrut’ta bol miktarda bulunduğu bilinmektedir. Osmanlı döneminde, Halep ile bugünkü Şanlıurfa ve Gaziantep arasında sıkı bir kuş ticareti olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Hatta bir ara Halep’te bu kuşların sayısı çok azaldığı için, kuşçuların Kilis’e gelerek kuş aldıkları bilinmektedir. Bu gün de Şanlıurfa’nın en değerli güvercinleri arasındadırlar. Bir çok renk ve çeşidi bulunmaktadır. Bu renklerin Şanlıurfa’da adlandırılışları şu şekildedir. Mısırlı, kuzer, fitilli, nakışlı ( yazılı ), amberli, kınıfırlı, kuyrak, perçemli, aynalı, şarabı, derviş Ali, cübbeli, abalı, zeytuni, mevrendi, lemsavey, kırktelli, şıhşelli, şami, zırhı, karalı, tağlit, şekeri, şafrakaragöz, killo, gez, ehles, şafra, arans (keşpir), baş, üveys, balina, Macar, Hollanda, ispir, müsevved ve alacalar.

    TAKLACI IRK GÜVERCİNLER
    Köme güvercinlerinin yanı sıra Doğu Türkistan’da “beyaz kağıt oyun güvercini” ve “siyah pars oyun güvercini” adı ile bilinen taklacı güvercin ırlarından, iki ya da üç çeşit güvercinin bulunduğuna ilişkin bilgiler vardır. Taklacı ırkın diğerlerinden daha yüksek uçtuğu ve uçarken takla attığı belirtilmektedir.
    Bu anlatımlardan kökeninin orta Asya ve Türkler olduğunu anladığımız taklacı güvercinler, Türklerin göçleri ile birlikte dünya üzerine yayılmışlardır. Bugün dünyada, Turkish Tumbler, Asiatic Clap Tumbler, gibi adlarla tanınmaktadır. Bu kuşların uçuş ve oyun adı verilen takla atma özellikleri her zaman ön planda tutulur. Bu nedenle bir performans güvercinidir.
    Kaynaklarda, eski Türklerin bu güvercinleri uçururken yaptığı değişik bir uygulamadan söz edilmektedir. Güvercinlerin kuyruklarına, kamıştan ya da su kabağının ağzından incecik kesilerek kamışa benzer hale getirilip küçük düdükler bağlanmaktadır. Bu kamışların bir yerinde dikdörtgen şeklinde küçük bir delik yer alır. Güvercin uçarken bu deliklerden hava girer ve kuşun ses çıkararak uçması sağlanır. Eski Türklerdeki bu uygulama, uçuşa bir renk ve çeşitlilik getirmek amacı ile yapılabileceği gibi, belki güvercinleri yırtıcı kuşlardan korumak amacını da güdüyor olabilir. Bu düdükten çıkan sesin yırtıcı kuşları ürkütebileceğini düşünüyorum.
    Türkler yaşadıkları bu bölgelerin çölleşmesini takiben göç ederek batıya doğru gelmişler ve yayıldıkları bütün alanlara kendi kültürlerini ve güvercinlerini de beraber taşımışlardır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Türklerin göçlerinin aynı tarihte ve toplu olarak bir bölgeye yönelmemiş olmasıdır. Türk göçleri değişik zaman dilimlerinde değişik bölgelere yönelmiştir. Bu arada ana yurdu Orta Asya olan ve burada Türkler tarafından geliştirilen taklacı güvercinlerle birlikte yetiştirilen diğer ırlar da, Türklerle birlikte başta Asya’nın farklı bölgeleri, Rusya ve Ortadoğu olmak üzere, Anadolu ve Avrupa’ya kadar dağılmışlardır. Bugün bu bölgelerde bulunan ülkelerde hala köken olarak bizim ırklarımıza rastlamak mümkündür. Yerleşilen her coğrafyada farklı kültürlerle karşılaşılmıştır. Bizim kültürümüz onların kültürünü etkilerken onların kültürleri de bizi etkilemiştir. Farklı coğrafyaların güvercinleri ve farklı ırklar birbirleri ile kırılmışlardır. Yapılan melezlemeler sonucu yeni ırklar türerken taklacı ırk da ne yazık ki, zamanla karakteristik özelliklerini yitirip melez bir ırk haline dönüşmüştür. Taklacı ırk benzer ırklarla eşleştirilerek saflığını yitirmiştir. Bugün dünya da güvercin ırkları içersinde, ilk özelliklerini koruyan saf ırklara rastlamak neredeyse imkansızdır.

    SELÇUKLULAR’DA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Türklerin Anadolu’ya girişleri 1071 Malazgirt savaşı sonrası yaygınlık kazanmış olmakla birlikte Türklerin Orta doğu ve Anadolu’ya gelmeye başlamaları daha eski tarihlere dayanmaktadır. 1000’li yılların başında bugünkü İran, Suriye ve Mezopotamya’yı kapsayan bölgede kurulan Büyük Selçuklu devleti, Orta Asya ile bugünkü Rusya’nın güneydoğusunda yaşayan Türklerin bu bölgeye göçleri ile kuruldu. Bu bölge, taklacı ırkın Asya’da yetiştirildiği bölgedir. Taklacı ırkın bu göç sonrası Büyük Selçuklularla birlikte bu bölgeye yayıldığı ve daha sonra da Anadolu’ya girdiği düşünülmektedir.
    Bazı yabancı kaynaklarda 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul bey döneminde Abbasilere tanıtılan taklacı güvercinlerin, Abbasiler kanalı ile başta İran, Irak, Suriye ve Ermenistan olmak üzere bölgedeki diğer ülkelere ve Mezapotamya’ya yayıldıkları belirtilmektedir. Muhtemelen bu kuşlar çeşitli Arap güvercinleri ile kırılmışlardır.
    Daha sonradan bugün ülkemizde Mardin güvercinleri olarak anılan taklacıların, bu güvercinlerin bölge güvercinleri ile kırılması sonucu ortaya çıkmış olma ihtimali kuvvetlidir. Bugün Arapların taklacı ırka sahip çıkıp kendi ırkları gibi dünyaya tanıtmalarının kökeninde bu olay vardır. Tabi ki bizim taklacı ırkın tarihi gelişimini ve Türk kökenli olduğunu dünyaya iyi açıklayamamış olmamızın da bunda etkisi büyüktür.
    Büyük Selçuklulardan sonra Anadolu’ya gelen ve Konya merkez olarak buraya yerleşen Anadolu Selçuklularının, Mardin tipi taklacı bir ırk getirmedikleri bilinmektedir. Mardin tipi taklacı ırk, Anadolu Selçuklularının başkenti olan Konya’ya, çok sonraları, muhtemelen Osmanlı’nın son yıllarında gelmiştir. Geliş yolu olarak doğu bölgelerimizden direk gelmiş olması daha olasıdır. Buradan taklacı ırkın eski dönemlerde daha çok doğu ve güneydoğu bölgelerimizde yaygın olduğunu ve daha sonra buradan Anadolu’ya yayıldığını anlaşılmaktadır. Nitekim Taklacı ırka “Mardin” adının da veriliyor olması, bu ırkın köken olarak bu ilimizden yayılmış olabileceğini düşündürmektedir.
    Anadolu Selçukluları ile birlikte, ülkemizde “Selçuk”, “Selçuklu” ya da “Enseli” olarak adlandırılan güvercin ırkı ile birlikte, “Taklambaç” adı ile bilinen ırkın geldiği tahmin edilmektedir. Etimolojik incelemeler güvercin adlarının koyulmasında yöresel ve ülkesel adların yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Buradaki Selçuklu adı bir hükümdarlığı temsil etmektedir. Anadolu Selçuklu döneminde Konya’nın başkent olduğu yıllarda Konya’da güvercin yetiştiriciliğinin hayli yaygın olduğu bilinmektedir. Hatta Konya’nın o dönemde bir güvercin başkenti olduğu söylenebilir. Konya’da bulunan Selçuklu sultanlarına ve vezirlerine hediye olarak çeşitli güvercinlerin gönderildiğine ilişkin kayıtlı bilgiler vardır.

    SELÇUKLU IRKI GÜVERCİNLER
    Dünyada “Seljuk Fantail” ya da “Sedjucken” gibi adlarla tanılan Selçuklu ırkı eski ve tarihi bir ırkımızdır. 1000’li yılların başında Anadolu Selçukluları kanalı ile Anadolu’ya girmişlerdir. Selçuklu Sultanlarının Selçuklu ırkı güvercinleri koruyabilmek amacı ile saray dışına çıkışına izin vermedikleri bilinmektedir. Konya’da 1200’lü yıllarda yaşadığı bilinen Hz. Mevlana’nın da Selçuklu ırkı güvercin yetiştirdiği menkıbelerde kayıtlıdır. Bu nedenle daha sonraları onu izleyen çelebiler de güvercin yetiştirmiş ve bu çelebiler arasından ünlü kuşçular çıkmıştır. Selçuklu devleti sonrasında, Osmanlı döneminde de Konya’da bulunan bazı zengin ailelerce bu güvercinlerin soyu titizlikle korunmuştur. Bu kuşlar hediye ve satış da dahil olmak üzere hiçbir şekilde Konya dışına çıkartılmamışlardır. Selçuklu kuşlarının İstanbul’da bulunan Osmanlı sarayına geliş tarihi 1875 yılında II. Abdülhamid’in padişahlığı dönemindedir. Bu güvercinler dünya üzerinde soyuna kan karışmamış ender güvercin ırklarından biridir.

    OSMANLILAR’DA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlı sarayında başlangıçta kuşçuluk, daha çok avlanma gereksinimi ile birlikte yürümüştür. İlk padişahlar ava önem veren kişilerdi. Bu dönemde sarayda, Doğancıbaşı, Atmacacıbaşı, Şahincibaşı, Çakırcıbaşı gibi kuşlarla ilgilenen rütbeli kişiler bulunmaktadır. Bunların denetiminde çalışan ve belli bir hiyerarşi içinde dizilmiş bir çok görevli vardır. Sonradan bu av geleneği terk edilmiştir. Padişahlar 5. Mehmet’ten sonra av ile ilgilenmemişlerdir. Ancak “şikar halkı” denilen bu av teşkilatı korunmuştur. 1600’lü yılların başında sarayda görevli 30 doğancı, 271 çakırcı, 276 şahinci, 45 atmacacı olmak üzere 592 görevli çalışmaktadır. İlerleyen yıllarda bu görevlilerin sayıları azalmıştır.
    Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği saray içinde ve halk arasında oldukça yaygın bir uğraştır. 1600’lü yıllarda yaşadığı tahmin edilen ve sözleri Karacaoğlan’a ait olan bir halk türküsünde bile taklacı güvercinlerden bahsedilmektedir. Yaptığım aştırmalardan, taklacı ırkın daha çok halk içinde yaygın olduğunu, saray da ise süs güvercinlerinin makbul kabul edildiği gibi bir sonuca vardım.
    Osmanlı sarayının, bir yandan Anadolu’nun yerli ırklarını geliştirirken bir yandan da yayıldığı çok geniş coğrafya içersinde ve bu coğrafyaya komşu ülkelerdeki güvercin ırklarını topladığı ve ıslaha çalıştığı bilinmektedir. Osmanlı’da gerek İstanbul’da gerekse İstanbul dışındaki saraylarda, saraya bağlı çiftliklerde, mutlaka bir “güvercinlik” bulunmaktadır. Osmanlı toplumunda kuşlarla ilgilenen kişilere genel olarak “kuşbaz” adı verilmektedir. Sarayın kuşbazları genellikle saray bahçelerinde bulunan ve “kuşluk” adı verilen bölümde bakılan kuşlarla ve güvercinlerle de ilgilenmektedirler.
    Osmanlı toplumunda halk arasında güvercin yetiştirenler pek iyi gözle görülmemektedirler. Aslında bu yargı oldukça eskilere ve hatta Orta Asya Türk topluluklarına kadar gitmektedir. Güvercin yetiştirenlerin daha çok başıboş kişiler oldukları, günlerinin büyük bölümlerini kuşlarla geçirdiklerinden evleriyle ve aileleriyle ilgilenmeyecekleri düşünülür. Hatta bu nedenle kuşçulara kız vermeye bile yanaşılmazdı. Eski bir atasözü, “Kuşbazı ve kumarbazı öldüren gazi olur” der. Bu söz bile toplumun kuşçulardan pek hoşnut olmadığını göstermektedir.
    Kuşçuların hoş karşılanmamalarının bir nedeni de eskiden evlerin avlulu ve birbirine bitişik olması nedeni ile bir evin damına çıkan kişinin, komşu evin avlusunun içini görebilmesinden ileri gelmektedir. Bu avlu kısmı Türk toplumunda evin mahrem yeridir. Çünkü evin kadınları burada dolaşır ve günlük işleri yaparlar. Kuşçular kuş uçurmak ya da yakalamak amacı ile hep damlarda gezdiklerinden bu kişilerin diğer evlerin kadınlarını gözetledikleri düşünülmektedir. Osmanlı Devlinde bu nedenle kuşçular güvenilmez kişiler olarak görülürler ve kuşbazların mahkemede tanıklığı geçerli kabul edilmezdi. Geçmiş ahlak anlayışının bir devamı olarak, bugün bile güvercin yetiştirenler bu anlayışı kırabilmiş değillerdir.
    Ancak bütün bunlara karşın Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği geleneksel ve yaygın bir tarza sahiptir. Osmanlı döneminde Kilis’te güvercin yetiştirenlerin giydikleri özel bir kıyafet bulunuyordu. Bu kıyafet aynı bugün folklor ekiplerinin giydiklerine benzer tarzda belli biçimde, belli kumaşlardan ve belli giysi tiplerinden oluşmaktaydı. Mazlum Nusret Kılıçkıran, “Kilis’te kuşçuluk” adlı makalesinde bu kıyafeti en ince ayrıntılarına kadar tanımlamaktadır. Böyle bir kıyafet şeklinin gelişmiş olması bile, Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliğinin nasıl geleneksel bir tarza sahip olduğunu ve bu tarz temelinde nasıl kültürel bir yapı geliştiğini göstermesi açısından anlamlıdır.
    Osmanlılar, güvercin çeşidi olarak kendilerinden önce Anadolu’da bulunan ırkları beslemeye devam etmişler ve sonraları çoğu kendi toprakları içersinde bulunan ülkelerden farklı ırkları getirerek ıslah çalışmalarında bulunmuşlardır. Bugün Türkiye’de yetiştirilen 50 den fazla güvercin ırkının hemen hepsi bize Osmanlı döneminden miras kalmış güvercinlerdir. Ancak bu mirası bugün tam anlamı ile koruyabildiğimiz söylenemez. Çünkü Osmanlı döneminde yetiştirildiğini bildiğimiz bazı ırklar, bugün ülkemizde yok olmuş durumdadırlar. Tarihi geçmişe sahip ırklarımızın bazılarını, sadece tarihi özellikleri ile aşağıda kısaca tanıtmak istiyorum.

    BAĞDATLI IRKI GÜVERCİNLER
    Bağdadi, Bağdadiye ve Bağdatlı adları ile ülkemizde bilinen bu güvercin ırkı, Irak kökenlidir. Dünya da Bagdette, Baghdad gibi adlarla tanınmaktadır. Eskiden Osmanlı toprakları içinde bulunan Irak’ta, yaygın olarak yetiştirilmekteydiler. Ancak tüm çevre bölgelerde değer verilen ve bilinen bir güvercin ırkıdır. Bir çok kaynakta adından bahsedilen bu güvercin ırkı için dönemin en değer verilen kuşu olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Daha çok haberleşme amaçlı kullanılan bir kuştur. Uzun uçması ve yuvasına bağlılığı onu, iyi bir posta güvercini haline getirmiştir. Anadolu’da eski devirlerde “salma kuşu” olarak kullanılmıştır. Bir yere yuvasını yaptıktan sonra, başka bir yere alıştırmak imkansız gibidir. Aradan 10 yıl bile geçse bıraktığınızda ilk yuvasını bulur. 1600’lü yıllarda Evliya Çelebi Bursa’dan bırakılan kuşların İstanbul’a hemen ulaşabildiklerini belirtmektedir.
    Evliya Çelebi Bağdat’ı ziyareti sırasında 1650’li yıllarda bu güvercinlerden övgü ile bahsetmekte ve Bağdat’ta bulunan “kuşlar kalesi” denilen bir kalede yer alan eski kilisedeki papazların bu kuşları haberleşme amacı ile kullandıklarını, bu geleneğin onlardan sonra Bağdatlı tüccarlar tarafından yoğun olarak kullanıldığını belirtmektedir. Bu kuşların o dönemde Mısır, Dimyat, İskenderiye, Cezayir, Tunus, Fas, Merakeş, Yembu, Cidde, Mekke ve Yemen’de beslendiğini gene Evliya Çelebi’den öğrenmekteyiz. Bu güvercinler o dönemde, Şam’a, Mısır’a, Halep’e, Hind ve Sind’e götürülüp sırtlarına kağıtlar bağlanıp bırakılıyorlar ve Bağdat’a geri geliyorlardı. Bugün ülkemizde özellikle doğu ilerimizde ve güneydoğu Anadolu’da bulunabilen bir ırktır. Eski önemini büyük oranda yitirmiş durumdadır.

    DEMKEŞ IRKI GÜVERCİNLER
    Eski kaynakların neredeyse tümünde adı geçen bir güvercin ırkıdır. Buradan, eski dönemlerde çok yaygın olarak yetiştirildikleri sonucunu çıkartabiliriz. Anlatım şeklinden o dönemlerde oldukça değer verilen bir ırk olduğu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, İstanbul ile ilgili anlatılarında 1638 yıllarında İstanbul’da demkeş ırkının yetiştirildiğini söylemektedir.
    Demkeş bir form güvercinidir. Uçuş ve oyun için değil, fiziksel güzellikleri ve ötüş şekilleri için yetiştirilirler. Bu güvercinlerin tümü paçalıdır ve paçalar, “kamış paça” tabir edilen tarzda uzun olur. Paçasızları olmaz. Gene demkeşlerin tümü çift tepelidirler. Tepesiz olanlarına rastlanmaz. “dem çekme” adı verilen ötüş şekilleri önemlidir. Demkeş ırkımızın, bugün dünyada English Trumpeter ve Alman Double Crested Trumpeter ırklarının atası olduğu tahmin edilmektedir.

    HÜNKARİ IRKI GÜVERCİNLER
    Ülkemizde bugün Hünkari adı ile bilinen güvercinler, dünya üzerinde “Oriental frill” adı ile tanınmaktadırlar. Oriental frill ırkının kökeninin Türkiye olduğu ve Türkiye’de Manisa ve İzmir illeri ile çevresinde yetiştirildiği bir çok yabancı kaynakta belirtilmektedir. Fransızlar bizim bu ırkımıza “Cravate Oriental” adını verirken, Almanlar “ Oriental Movchen” demektedirler. Hünkari ırkı güvercinler Anadolu’da yetiştirilmiş bizim kendi ırkımız olmakla birlikte, bugün ülkemizde tükenme noktasına gelmiştir.
    Osmanlı sarayında yetiştirildiğini bildiğimiz ırklardan biri de hünkari adı ile bilinen bu ırkımızdır. Hünkari adı yalnız sarayda yetiştirilmesinden gelmektedir. Hünkara ( padişaha ) ait anlamına gelen hünkari adlandırması, bu güvercinlerin saray dışında yetiştirilmesinin yasak olmasından ileri gelmektedir. Bu yasaklama ırkın korunmasını amaçlamaktadır. Osmanlı devleti döneminde çeşitli saraylarda ve özellikle de Manisa’da bulunan şehzade saraylarında yetiştirildikleri bilinen bu ırkın orijinal özelliklerinin son döneme kadar bozulmaksızın korunduğunu söyleyebiliriz. Bu ırkımız özellikle Osmanlı devletinin son dönemlerinde, padişahın emri üzerine yurt dışına ve özellikle de Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. Bu ırkımızın Avrupa ülkelerine ilk gönderiliş tarihi 1864 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde gerçekleşmiştir.

    BANGO IRKI GÜVERCİNLER ( MISIRİ, MISIRLI, MISRİ, GÜLLÜ )
    Evliya Çelebi Osmanlı’da yetiştirilen güvercin ırklarını sayarken Mısıri adı altında bir ırktan bahsetmektedir. Bu ırkın Osmanlı’da oldukça yaygın olduğu farklı kaynaklardan elde edilen bilgilerle desteklenmiştir. Bu güvercinlerin Mısır kökenli oldukları bilinmektedir. O dönemde Osmanlı toprakları içersinde bulunan Mısır’dan getirilerek Anadolu’da üretilmişler ve yayılmışlardır. Ancak ırkın asıl soyunun Mısır’a 8. Yüzyılda Afrika’dan geldiği bilinmektedir.
    Orijinal bango güvercinleri bu Mısırilerdir. Ancak bugün ülkemizde bu şekilde saf kan Mısıri bulabilmek imkansız olmamakla birlikte oldukça zordur. Bu ırkımız, Bulgar ve Macar bangoları ile kırılarak orijinalliklerini yitirmişlerdir.

    İSTANBULLU IRKI GÜVERCİNLER
    Dünyada “Damascus” adı ile tanılan bu güvercinlerin, Eski Mısır papirüslerinde ve taş oymacılığında figürlerinin bulunması, İstanbulluların geçmişinin çok eskilere dayandığını göstermektedir. Eskiden Arabistan yarımadasında bu güvercinlere Mahomet ( Muhammet ) denilmekteydi. Böyle adlandırılmalarının belli bir dinsel inanış temelinde geliştiği bilinmektedir. Bu ırk 1600 lü yıllarda İran ve Osmanlı devletinde de yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu ırktan Evliya çelebi de bahsetmekte ve 17.yy’da Osmanlı toplumunda yetiştirildiğini söylemektedir.
    Bu ırk ilk kez 1868 yılında, Osmanlı padişahı Abdülaziz döneminde İstanbul’dan İngiltere’ye gönderilmiştir. İngiltere kanalı ile sonradan diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. Güvercinlerin Avrupa’ya yayılmalarını takiben bu güvercinlerin adı da değiştirilmiştir. Bu tarihten sonra bu güvercinlere “Damascus” denmeye başlanmış ve “Muhammet” adı terk edilmiştir. Günümüzde Damascus adı ile dünyada bilinmektedir. ( Eskiden Osmanlı devleti toprakları içinde bulunan bugünkü Suriye’nin başkenti Şam’ın Arapça’daki adlandırılış şekli Damascusdur. ) Bugün ülkemizde “İstanbullu” ve “Ela göz” adları ile bilinen bu ırk, günümüzde Güneydoğu illerimizde ve Şanlıurfa’da yaygın olarak yetiştirilmektedir. Gerdanlı ( Dewlap ) ırklarımızdan biridir. Gözlerinin büyüklüğü ve güzelliği ile dikkat çekmektedir. Bu güvercinlerden, her ne kadar Bağdat ırkı ile kırılarak Şafra adı verilen ayrı bir ırk türetilmiş ise de, günümüzde dünya üzerinde kökenine özgü genetik yapısını koruyabilmiş ender güvercin ırklarından biridir.

    BURSA IRKI GÜVERCİNLER
    Ülkemizde Bursa, Oynar ya da Akkanat adı ile bilinen bu güvercinler, dünya üzerinde “Bursa Roller” adı ile tanınırlar. Makaracı ırklarımızdan biri olan Bursa ırkının tarihinin oldukça eskilere ve Osmanlı toplumu dönemine dayandığı bir çok yetiştirici tarafından genel olarak kabul edilen bir görüştür. Bu konuda elimizde net bir belge olmamakla birlikte, bu güvercinlerin geçmişi Osmanlı devletinin kuruluş dönemleri ve Bursa’nın alınarak sürekli başkent haline geldiği 1335 yıllarına kadar gitmektedir. Bu dönemde yaptığı savaşlar ve kazandığı başarıları takiben Bursa’da vezirlik makamına kadar yükselen Kara Timurtaş Paşa tarafından, bu kuşların Bursa’ya getirildiği belirtilmektedir. Bu konudaki bilgiler eski kuşçuların sözlü anlatımlarına dayanmaktadır.
    1387 yılında vezir olduğu bilinen Kara Timurtaş Paşa, Osmanlı Padişahı I. Murad döneminde ( 1362 – 1389 ) Rumeli ve balkanlarda bir çok savaşa katılmıştır. Bosna ve Arnavutluk üzerine seferler yapmıştır. 1389 yılında 1. Kosova savaşına katılmıştır. Tahminen bu seferler sırasında Bursa güvercinlerini sefere gittiği yerlerden getirmiş olmalıdır. Eğer bu bilgiler doğru ise Bursa güvercinlerinin ülkemizde 600 yıldır yetiştirildiklerini söyleyebiliriz.

    DİYARBAKIR GÜVERCİNLERİ
    Diyarbakır’da gül ve ipek merakının yaygın olduğu Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, Diyarbakır’ın ileri gelen zengin aileleri arasında, konaklarda güvercin yetiştirilmekteydi. Bu geleneğin Diyarbakır’da 500 yıldan beri var olduğu bilinmektedir. Bu nedenle güvercinler bölgede biraz da güç ve zenginlik göstergesi olmuşlardır. Bugün bile bölgede fazla kuşa sahip olmak bir ayrıcalık ve mevki gibi algılanmaktadır.
    Diyarbakır’da, Osmanlı döneminden beri titizlikle ıslah edilen ve genel olarak “ Diyarbakır Güvercinleri ” adı ile bilinen yerel bir güvercin ırkı bulunmaktadır. Bu ırkın bugün Diyarbakır ve yakın çevresi dışında, ülke genelinde fazlası ile bilindiğini ve tanındığını söyleyemeyiz. Birbirinden farklı özelliklere sahip “Diyarbakır Güvercinleri” 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar, Göğsüak, Ketme, Kızılbaş ve İçağlı olarak adlandırılmaktadır. Her grubun içinde ise, 6 ayrı renk kombinasyonu yer almaktadır. Sadece Kızılbaş ırkının 5 renk çeşidi bulunmaktadır. Renk çeşitleri ile birlikte Diyarbakır ırklarının toplam birey sayısı 23 tanedir. Bu güvercinler bölgede Osmanlı döneminde olduğu kadar günümüzde de en gözde kuşları arasındadırlar.

    OSMANLI’DA YETİŞTİRİLEN DİĞER IRKLAR
    Evliya Çelebinin belirttiğine göre, 1600 lü yıllarda Osmanlı’da, kuşbazlar 500 dükkan ve 600 kişiden oluşmaktadırlar. Yetiştirilen güvercin ırkları ise şöyle sıralanmaktadır ; pal, taklabaz, şeber, cevizi, Şami, Mısıri, Bağdatlı, munakkit, alare, marselos ( martoloz ), demkeş, sabe, talazlı, pelenk, jebar, kızıl ala, kara ala, tekir ala, varkil ala, sade kut, taçlı kut, çakşırlı kut.
    Bu ırkların bir kısmı hakkında yukarıda bilgi verdik. İçlerinde hakkında hiç bilgi bulamadıklarım da var. Osmanlı arşivinde ve ülke içinde yerel olarak yapılacak iyi bir çalışma ile bu ırkları belirleyebilmek mümkün olabilir. Çünkü bu ırkların çoğu muhtemelen bugün bizim bildiğimiz ve tanıdığımız ırklardır. Sadece adlandırış farklılıkları olduğu ve haklarında fazla bilgi olmadığı için tespit etmekte zorlanıyoruz.

    OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE KAYBOLAN IRKLAR
    Osmanlı döneminde yetiştirilen tüm güvercin ırklarını bütün özellikleri ile birlikte saptayabilme olanağım olmadı. Bunun için İstanbul’da bulunan Osmanlı Devlet Arşivi’ndeki bir çok belgenin tek tek Türkçe’ye çevrilmesi gerekiyor. Şüphesiz bu çok uzun sürecek bir çalışmadır. Ancak böyle bir araştırma sonucu bu konudaki bilgilerimiz artırılabilir. Eğer Osmanlı’da hangi ırkların yetiştirildiğini tam olarak belirleyebilirsek, hangi ırkların kaybolduklarını da çıkartabiliriz. Ben burada sadece saptayabildiklerimden bahsedeceğim.
    Makaracı ( Roller ) ırklarımızdan bugün dünyada “Oriental Roller” ve “Smyrna Roller” adı ile bilinen ırklarımıza artık ülkemizde rastlanmamaktadır. Oysa bu ırklar Osmanlı döneminde ülkemizde bilinen ve yetiştirilen ırklardı. Oriental Roller ırkının kaynağı, genel anlamda Asya ve batıda “Asia Minor” olarak bilinen Anadolu’dur. Bugün ülkemizde ne yazık ki Oriental Roller kalmamıştır. Smyrna Roller ırkımızın ise sadece eski Yugoslavya’yı oluşturan ülkelerde bulunduğu bilinmektedir.
    Ancak köken olarak Oriental Roller ve Smyrna Roller ( İzmir Makaracısı ) gibi eski makaracı ırklarımızdan kaynaklanarak geliştirilen bir çok makaracı güvercin ırkı, gerek ülkemizde gerekse dünya üzerinde varlıklarını sürdürmektedirler.
    Makaracı ırklarımızın yanı sıra bazı Fantail ( yelpaze kuyruk ) güvercin ırklarımız da yok olmuştur. Bunlar arasında Osmanlı’da Nemsavi ve Hendavi adı ile bilinen iki ırkımızı sayabiliriz. Nemsavi, Boyun kısmından omuzlara doğru inen kürk görünümünde tüylü olan bir ırktır. Çok renklidir ve kuyruğu tavus kuyruktur. Hendavi, bu güvercinin de kuyruk yapısı tavuskuyruk denilen tarzdadır, baş geride ve adeta kuyruğa değecek gibi durur. Göğüs ileri doğru top gibi çıkıntı yapar. Her iki ırkında kuyruk telek sayıları 30 – 40 kadardır. Anlatılanlardan Nemsavi ve Hendavi ırkının Hindistan kökenli “Fantail” ırkı güvercinler olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde bu güvercinlere Anadolu’da rastlanmamaktadır. Bugün ülkemizde bulunan tavuskuyruk ırkı bunlardan farklıdır.

    OSMANLI’DA GÜVERCİNE VERİLEN DEĞER
    Osmanlılar da dikkati çeken bir özellik, güvercinlerin Osmanlı sarayının değerli hayvanları arasında sayılması ve sarayda yetiştirilen güvercinlerde kesinlikle melez ırk bulundurulmamasıdır. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini belirten bir belge Osmanlı devlet arşivinde mevcuttur.
    Hatta saray yönetimi güvercinlerin eğitilmesi, ıslahı gibi konularda bilgisine başvurulmak üzere yurtdışından uzmanlar getirmekten bile çekinmemektedir. Bu konuda 1883 yılında Fransa’dan Möso Jumbar adlı bir güvercin uzmanı getirildiği ve uzmanın konu ile ilgili olarak yazdığı bir yazının çevirisinin güvercin yetiştiriciliğinde kullanıldığı gösteren bir belge bulunmaktadır.
    Osmanlı’da halkın güvercinlere olan ilgisi de oldukça fazladır. Günümüzde İstanbul’da benim bildiğim 4 ayrı yerde güvercin pazarı kurulmaktadır. Bunların nerelerde kurulduklarını hepimiz biliyoruz. Ancak bu pazarların Osmanlı döneminde de padişahın emri ile kurulduklarını pek bilmeyiz. O dönemde Osmanlı’da kurulan açık güvercin pazarlarının başında Üsküdar pazarı gelmektedir. Bunun yanı sıra Pera’da da ( Beyoğlu ) bir açık pazar olduğu bilinmektedir. Üsküdar’da 1887 yılından itibaren düzenli bir güvercin panayırının kurulduğunu ve bu panayıra ilgi oldukça fazla olduğunu, 1899 yılında panayırın açılışında güvenlik önlemleri alınması gerektiğine ilişkin bir belgeden anlamaktayız. Ayrıca açık pazarların yanı sıra güvercin yetiştiricileri çarşı içindeki dükkanlarda da kuş satışı yapmaktadırlar.
    Osmanlı döneminde güvercinlerle ilgili yazılı belgeler daha çok son döneme aittir. Ülke içinde saraya bağlı çeşitli çiftlikler arasında güvercin nakillerinin yapıldığı bilinmektedir. Aynı nakillere İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Amerika gibi dış devletler ile de rastlanmaktadır. Buradaki kuş alış verişi, devletler arasında yapılmakta ve padişahın fermanı ile olmaktadır. Bu yıllar Avrupalı gezginlerin Anadolu’da turlar düzenlediği ve özelliği olan nadir hayvan, bitki türleri ile, çeşitli eşya, kumaş ve tarihi eserlerimizi serbestçe yurt dışına taşıdıkları yıllardır. Aynı yıllar, bazı güvercin ırklarımızla birlikte Ankara keçisinin de yurt dışına çıkartıldığı dönemdir. Gerek kapitilasyonlar ve dışa bağımlılık, gerekse feth edilen coğrafi alanın geniş olması ve son dönem Osmanlı padişahlarının bu konuda gerekli titizliği göstermemeleri sonucu özellikle de Osmanlının son dönemlerinde güvercin ırkımızın iyi korunamadığını söyleyebiliriz.
    Osmanlı’da kuş ticareti sadece dışarı kuş gönderilmesi şeklinde değildir. Dışarı ülkelerden Osmanlı’ya kuş getirildiğine ilişkin belgeler de bulunmaktadır. Hindistan’dan, Kalküta’dan, Girit’ten İstanbul’a kuş ve güvercin getirildiğine ilişkin belgeler vardır. Hatta Osmanlı’nın bu konuda kurnazca davranıp farklı ülke kuşlarını çaktırmadan topladığına da şahit olmaktayız. Bu konuda Ahmet Ratip Paşa adlı bir Osmanlı paşasının Hint ülkelerinde basit bir seyyah gibi dolaşarak papağan, güvercin, kumru ve ipekli Hint kumaşı toplamaya devam etmesi yolunda bir belge bulunmaktadır.
    Ülke içinde ise Konya ile olan kuş alış verişi dikkat çekicidir. Bu durum Selçuklu’dan bu yana Konya’nın güvercin konusunda gelişmiş bir merkez olduğunu düşündürmektedir. Sarayın Konya Valiliği’nden melez olmayan kuş taleplerine ilişkin belgeler vardır. Konya ile olan kuş alış verişi eskiden beri devam etmekte olan bir tarz havası vermektedir. Bu konudaki en eski belge 1881 tarihlidir. Aynı zamanda sarayın Konya ahalisinden isteyenlere dağıtılmak üzere 195 çift güvercin gönderdiği de bilinmektedir.

    BORAN, BORANHANELER VE GÜVERCİNLİKLER
    Osmanlı döneminde özellikle Diyarbakır çevresinde, “boran” adı verilen bir güvercin daha vardır. Ancak bu evcil bir tür olmayıp yabanidir. Boranlar bu bölgede gübresi ve eti için yetiştirilmektedirler. Yabani bir tür olduğundan bu güvercinler için yapılan özel yapılarda barındırılmaktadırlar. Boranlar, kale benzeri bu yapıya istedikleri gibi girip çıkabilmektedirler. Bu kuşlara yem verilmez kuşlar yemini dışardan kendisi bulur. Diyarbakır’da bu yapılara “boranhane” denirken başka yerlerde güvercinlik de denilmektedir. Eskiden Kapadokya bölgesinde kayalara oyulmuş bir çok güvercinlik bulunmaktaydı. Bu güvercinliklere bugün de özellikle Soğanlı vadisinin girişinde bolca rastlanmaktadır. Kayalar üzerindeki delikler beyaza boyanarak kuşların dikkatini çekmesi sağlanmaktadır. Kapadokya’da bu güvercinliklerden elde edilen gübreler, bölgede yaygın olan üzüm bağlarında kullanılıyordu.
    Boranhaneler gübre elde edilen bir tür ticari işletmelerdir. Bu güvercinlerin gübresine “koğa” adı verilir ve çok değerlidir. Bu güvercinlerin etinden yapılan kebapların lezzeti ise eski dönemdeki bir çok yabancı gezginin anılarında yer almaktadır.
    Boranhaneler genellikle üç bölümden oluşur. Her bölümde sıra sıra ufak ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte pencereler vardır. İç bölümlere “lüle” denilir. Lüleler belli aralıklarla üst üste yapılır. Her lülenin içinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar yapılmıştır. Üç bölümlü bir boranhanede üç lüle ve üç basamak var demektir. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır ve bunlara söğüt dalından özel olarak yaptırılmış kulplu sepetler asılır. Üç bölümlü bir boranhanede yaklaşık olarak 1500 sepet bulunur. Güvercinlere yalnız kışın, ortalığın karlarla örtülü olduğu günlerde yem verilir. Yem olarak da pirinç zivanı denilen darijan otunun ufak ve parlak olan tohumu, ak ve kızıl darı ile karıştırılarak verilir. Gübreleri yılda bir defa nisan ayında toplanır. Üç bölümlü bir boranhaneden yılda 8 –10 ton gübre alınır.
    Eskiden Dicle kenarındaki köylerin bir çoğunda ev sayısı kadar da boranhane bulunmaktaydı, buralarda binlerce güvercin yaşardı. Boranhanelerden elde edilen koğalar ünü dünyaya yayılmış olan Diyarbakır karpuzunun üretiminde ve diğer tarımsal üretimlerde kullanılmaktaydı. Diyarbakır karpuzları sadece bu gübre ile, Dicle kenarındaki kumluk alanlarda açılan kuyular içersinde yetiştirilirlerdi. Sonraları suni gübrelerin çıkması, pratik ve ucuz oluşu nedeni ile tercih edilmeleri sonucu, boranhanelere fazla ihtiyaç kalmadı. Zamanla boranhane geleneği terk edildi ve tamamen kayboldu. Tabi ki bu durum ünlü Diyarbakır karpuzunun da sonunu getirdi. Bugün Diyarbakır karpuzu olarak satılan karpuzların, gerçek Diyarbakır karpuzları ile sadece isim benzerlikleri bulunmaktadır.
    Boranların eti de çok lezzetlidir. Diyarbakır boranhanelerinde yetişen güvercinlerin etlerinin lezzeti dünyaya ün salmıştır. 1612’de Diyarbakır’a gelen Polonyalı Simeon seyahatnamesinde Diyarbakırlılar için şöyle der, “... yemek hususunda da cömert olan bu insanlar, Lehistan hariç, İstanbul ve Halep’te dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurarlar ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz. Tokat’ın paçası, Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amid’in de ( Diyarbakır ) güvercin kebabı meşhurdur.”
    1680’de Diyarbakır’a gelen Tavernier ise 1682’de yayınladığı kitabında şunları yazar, “ ... Diyarbakır toprağı çok verimli olup ekmeği ve şarabı nefistir. Burada yenilen et başka bir yerde bulunmaz. Bilhassa burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat olarak Avrupa’dakileri çok geride bırakır.”
    Osmanlı döneminde en başlardan itibaren boranhane geleneğinin bölgede yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Gene saray belgelerinden anlaşıldığı üzere koğa adı verilen güvercin gübresinin gerçekten çok değerli olduğu ve yurt dışından bu konuda bir çok talep geldiği anlaşılmaktadır. Yabancı ülkelere koğa satışının Osmanlı devletinin ciddi gelir kaynaklarından biri olduğu bu konudaki belgelerden belli olmaktadır.

    OSMANLILAR’DA POSTA GÜVERCİNİ YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır.
    Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim.
    Osmanlılarda haberleşme amaçlı kullanılan güvercinlerin başında Bağdat güvercini gelmektedir. Bağdat güvercinleri o dönemde gerçektende çok kıymetli ve değerli olarak kabul edilmekteydiler.
    Osmanlı’da posta güvercini yetiştiriciliği askeri amaçlı olarak ele alınmaktadır. Bu konudaki en eski belge 1890 tarihlidir. Bu belge, Osmanlı ordusunda askeri amaçlı posta güvercini yetiştirilmesini öngörmektedir. Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusu posta güvercini alımları yapmakta ve bunların eğitimi ile ilgili çalıştığını bilmekteyiz. 1897 tarihli bir belgede “güvercin posta muhafazası” adlı bir icadın Paris’teki Osmanlı büyük elçiliğine gönderildiğini öğreniyoruz. 1895 yılında yazılmış “posta güvercinlerinin terbiyesi” adlı bir yazı Osmanlı devlet arşivinde bulunmaktadır. Gene savaş zamanı Kerç ile Kefe ve Sivastopol arasında haberleşmede kullanılmak üzere posta güvercini eğitildiği 1898 tarihli bir belge ile bilinmektedir. 1895 tarihli bir başka belgeden ise, Rus filosunun Karadeniz’deki manevraları nedeni ile İstanbul ve Nikolajow veya Sivastopol arasında haberleşmenin sağlanması amacı ile Büyükdere’deki Rus büyükelçisinin konağının bahçesine bir posta güvercini istasyonu kurulduğunu öğrenmekteyiz.

    CUMHURİYET YILLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ülkemizde güvercinler konusunda yayınlanan ilk kitap 1925 tarihlidir. Bu kitap posta güvercinleri ile ilgilidir. 1923 yılında Cumhuriyet kurulmuş olmakla birlikte henüz harf devrimi yapılmamış olduğundan ( Harf devrimi 1928’de yapıldı ) bu ilk kitap Osmanlıca’dır. Nuri Halil adlı bir subayımız tarafından yazılmış olan 48 sayfalık bu kitap, “Muhabere vasıtalarından güvercin usul-i talim ve terbiyesi” adını taşımaktadır. ( Bu kitabı Ankara’da bir sahafta buldum ve satın aldım. Çevirisi yapıldıktan sonra ilerde tıpkı basım olarak yayınlamayı düşünüyorum. )
    1931 ve 1936 yılları arasında Cumhuriyet arşivi kataloglarında posta güvercini yetiştiriciliği ile ilgili çeşitli kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlardan o dönemde posta güvercini alış verişinin Rusya ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Rusya’dan güvercin istasyonları, muhabere malzemeleri, güvercin maskeleri ve selloloit halka alındığı bu kayıtlarda görülmektedir. 1936 yılına ait bir kayıtta 5000 adet selloloit halka sipariş edilmiş olması ordunun posta güvercini sayısı hakkında kısmen bir fikir vermektedir.
    Bu yıllara ilişkin önemli bir bilgi de, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgilidir. Ankara’nın 1923 yılında Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce başkent olması ve arkasından Cumhuriyetin ilanını takiben Ankara’da ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Bu seçimde Atatürk ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında Cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir.
    Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik ( Dönek ) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de güvercinlere meraklı olduğu ve belki de doğum yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bugün Çankaya köşkünde bu güvercinlerden bulunmamaktadır. Belki Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk Orman Çiftliği’ne nakledilmiş olabilirler.


     
  2. AHMET ESEN

    AHMET ESEN Active Member Üye

    eline emegine sağlık
     
  3. hacibes

    hacibes New Member Üye

    paylasim icin tesekkürler
     
  4. urfalımehmet

    urfalımehmet New Member Üye

    Zeynal kardaşım eline emeğine sağlık bizleri aydınlattığın için sana çok teşekkür ederim. Mükemmel bir yazı olmuş. Allah senden razı olsun. Allah bahtını ve yolunu her zaman açık etsin. Saygılar
     
  5. mirocu sercan

    mirocu sercan New Member Üye

    zeynall abıcımm elınee saglıkk wallaa okuu okuu bıteremedımm yaa
     

Sayfayı Paylaş