Alevi-Bektaşi Folkloründe Kuş Motifi

Konusu 'Güvercin ve Kültür' forumundadır ve guvercinurfa tarafından 21 Aralık 2013 başlatılmıştır.

  1. guvercinurfa

    guvercinurfa Well-Known Member Yönetim Üyesi

    Anadolu halk ve dinsel resim sanatında ve yaşamında kuşların ayrı bir yeri ve önemi vardır. Halk edebiyatı ve resim süsleme sanatında en çok işlenen motiflerden biri de kuş’tur. Öyleki kuş, örneğin turna, birbirini sevenlerin birbirine name göndermek için başvurduğu bir posta aracı olmuş ve onların tüm sırlarını, sevdalarını, umutlarını, türkülerini kanadında götürüp getirmiştir… Ve ozan ağzıyla, kuşun ardından şöyle seslenir olmuş:

    Allı turnam bizim ile varırsan
    Şeker söyle kaymak söyle bal söyle.

    Kuş, bazen Horasan’dan havalanan ve ‘güvercin’ donunda gelip Suluca Karahüyük’e (Hacıbektaş ilçesi) konan Pir Hacı Bektaş Veli olmuştur… ya da Hz. Ali’nin sesini kendinde toplayan bir ‘turna’…

    Hazreti Şah’ın avazı
    Turna derler bir kuştadır
    Asası Nil deryasında
    Daha Düldül savaştadır…

    Pir Sultan Abdal

    Bütün bu birkaç örnek de gösteriyor ki, ‘kuş’, Anadolu insanının yaşamında, gönlünde ve türküsünde sürekli yer almıştır.

    Kuşların kışın uzak ve sıcak diyarlara gidip haber getirdiği için gurbet kuşu, halk şairleri bütün sırlarını ve isteklerini kendilerine söyledikleri için ‘gam yükü’ denilen mektupları taşıyan sır kuşu olmasının nedenleri yalnızca bunlar olmasa gerek…

    Bilindiği gibi kuşlar denildiğinde çağrıştırdığı ilk sözcükler uçmak ve ardından gökyüzü gelmektedir. Aynı zamanda bu çağrışımların arkasından da inançsal olarak Tanrı ve Melek akla gelmektedir. Şöyle ki melekler de kuş gibi gökte uçan yaratık olarak kabul edilir. Dolayısıyla meleklerin Tanrı’ya yakınlığı, kuşları da aynı biçimde yakın kılmakta, bu nedenle kutsal ve önemli sayılmaktadır. Bu kutsallık ve önemlilik Alevi-Bektaşi inancında daha köklüdür. Çünkü İslam’a göre resmin hoş görülmediği dönemlerde Hurufiliğin de etkisiyle kuş motifleri çizerek resim-yazı sanatını geliştirmiş, halk ozanları türkülerinde, başta turna olmak üzere kutsal saydığı diğer kuşlara da yer vermiştir.

    Alevi-Bektaşi inancında folklorik anlamı ve önemi olan kuşların başında turna, horoz, güvercin, leylek gelmektedir.

    Şimdi de adlarını sıraladığım kuşların neden kutsal sayıldıklarını irdeleyelim:

    Eski kaynaklar incelendiğinde, kuşlardan söz eden konulara ve resimlere rastlanır. Süsleme sanat anlayışında kuşlar, hayranlık yaratacak biçimde çizilmiştir. Hurufiliğin etkisinin büyük olduğu resim-yazı sanatında, yazıların kendine özgü karakterlerinden dolayı güzel ve olağanüstü biçimler alarak ‘nefis’ resim profili vermişlerdir… Kuş motifleri, bugünkü gibi bir köy evi duvarında badana fırçasıyla çizilen fotoğrafsal bir resim gibi değil. İslâmlığın resime hiç de o kadar hoşgörülü bakmaması üzerine yazı biçimlerinden yola çıkarak çizilmiştir. Bunun temelinde de İslâm sanat anlayışının, soyut bir resim anlayışının daha ağır basmasıdır. Gerçekte Türk resmi, bir çizgi sanatı olduğu için buna ‘yazı’ demek de olası. Bunlarda aslına tıpkı benzetme söz konusu olmadığından resimler daha açıkça yorumlanabiliyordu. Bu nedenle Türk resim sanatı, ‘yazı - resim’ yoluyla biçim değiştirerek dinselliğe yönelir.

    İslâmlıkta resimde açıkça yasak anlayışına rastlanmaz. Bir yasak söz konusuysa da, bu, Kur’an-ı Kerim’in sûre ve ayetlerine göre değil, buradan çıkan yorumlara göredir. Kur’an’ın yasakladığı yalnızca put olarak yapılanlardır. İslâm öğretisi başlangıçtan beri sanatın diğer dallarına, özellikle heykel ve resme karşı bir tavır göstermiş, dinsel olsun olmasın, simgesel resme, puta taparlığı yeniden ortaya çıkaracağı düşüncesiyle apaçık karşı çıkmıştır. Bundan dolayı İslâm sanatı, bezeksel (dekoratif) sanata yönelmiştir. Bunun sonucu olarak da o dönem sanatçıları, özellikle Hattatlar, İslamlığın resme bakış açısını da göz önünde bulundurarak birtakım olayları, konulan dekoratif yazı biçimiyle anlatmışlardır.

    Yukarıda da söylediğimiz gibi İslâm’ın resme yasakçı bir anlayışı olmadığı gibi, Hz. Peygamber’in de bu yönde bir yaklaşımı yoktur. Yani Hz. Peygamber, resim üzerinde örtünme - gizlenme (tesettür) gibi fazlaca durmamıştır, kısaca açık bir tavır sergilememiştir. Resme hoş bakmayan anlayış, sonradan oluşan anlayıştır. Bu yolda çeşitli hadisler de bulunmaktadır. Resmi yasaklayan anlayış sahipleri, kanıt olarak Siye-i Kebir-i Seybani’ den şu örneği verirler:

    “Peygambere, üzerinde kuş resmi bulunan bir bornoz armağan edilmiş. Bornoz, Peygamberin yanında kaldıktan sonra görmüşler ki üzerinde bulunan kuş resmi yok olmuş…”

    diye anlatırlar ki, sözde bir melek gelip o kuş suretini ortadan kaldırmış. İşte bu, yasakçılara göre, resmi yasaklamaya yetiyor.

    Yine Ebu Hureyre ‘ye dayanılarak anlatılan, bunu destekleyen bir öykü de şöyledir:

    “Bir gün Cebrail, Peygamberin huzuruna çıkmak istemiş ve bunun için ondan izin almış. İzin verilmesine karşın Cebrail yine de huzura çıkmak istememiş ve şöyle demiş:- Evinize nasıl girebilirim? Çünkü orada birtakım hayvan ve insan resimleri var. Ya bu resim içindeki yaratıkların başlarını siliniz. Ya da perdeleri indirip yere seriniz. Biz melekler içinde resim olan yere girmeyiz.”

    Buradan çıkarılacak anlam, Peygamberin evinde resim bulunduğu, ancak bunların yüksek yerlerden kaldırılıp yere serilirse ‘mubah’ olacağıdır.

    Resim sanatının İslâm dinine göre yasak olduğu varsayılırken Zerdüştlük, Budizm, Musevilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi diğer dinler ve mezheplerde de başlangıçta hep yasak edildiği unutulmamalıdır.

    Tüm bunlara karşın bu yasakçı anlayış, Alevi - Bektaşiler tarafından fazla rağbet görmemiş ve Hurufilik felsefesinin getirdiği birtakım simgesel anlatım kolaylıklarından da yararlanarak, örneğin insan suretini, gördüğü gibi değil harflerle çizerek başarmıştır. Daha doğrusu harflerin iç anlamlarından yola çıkarak resme ayrı bir gizemcilik katmayı da başarmışlardır. Bektaşilerin bu yolla en çok başvurduktan resim biçimleri Hz. Ali’nin Devesi, Allah’n Arslanı ve Zülfikar, İnsan-ı Kamil, Hacı Bektaş Veli tacı, vb…
    Şimdi tekrar konumuza, kuşlar’a dönelim.

    Kuşlar, göklerde dolaşan ve biçimlerini Tanrı’dan başka kimsenin bilmediği, nurdan yaratılmış melekleri anımsattıklarından dolayı sevilip sayılmaktadır. En güzel ve yüce kuş olarak da Zümrüd-ü Anka kabul edilir, İnsan başlı olup, göğün 4. katında bulunan ateş ve güneşten yaratılan, her tüyünde bir yaratığın sureti bulunan bu kuş uçsuz bucaksız bir evreni dolaştığı gibi Kaf Dağı’nda yaşar. Yakaladığı insanları Batıya doğru götürdüğü için kendisine Anka’yı Muğrip denir. Bir söylenceye göre de Zülkarneyn, bu kuş ile konuşmuştur.

    Süslemeye önem veren Türk-İslam sanatlarında kuşlar, hayranlık yaratacak biçimde belirtilmektedir. Uçmak eylemini üzerinde taşıdığından ve insan ruhu da bedenden kuş gibi uçup ayrıldığından dolayı cankuşu diye anılmaktadır. Humakuşu masallarda geçen bir kuştur. Osmanlı padişahlarının simgesidir, takma adıdır. Devlet kuşu deyimi bunu açıklamaktadır. Osmanlı padişahlarına Hümayın denilmesinin nedeni budur. Halk masallarından devlet kuşu konulu olanlarında, bu kuşun kanadının değdiği ya da başına konduğu kişinin padişah olduğu yönünde yerleşik bir inanç vardır.

    Kuşların da tekkesi olduğu ve bu tekkeyi de Hz. Süleyman’ın kurduğu söylenmektedir. Bu tekkeye Tekke-i Mürgan denilmektedir. Söylenceye göre, yılda bir kez bütün kuşlar tekkeye uğrarlar, bir hafta kaldıktan sonra Süleyman Peygamber’e dua ederek ayrılırlar. Yunus bir şiirinde şöyle der:

    “Süleyman kuş dilin bilir dediler, Süleyman var Süleyman’dan içeri”

    “Ben kuş dilin bilirim. Söyler Süleyman bana”.

    Aynı söylenceye, başka halk ozanlarımızın dizelerinde ise şöyle gönderme yapılmıştır:

    Süleyman’dır kuş dilini söyleyen
    Her Süleyman kuş dilini ne bilsin
    Seyrani

    Bülbül oldum gül dalında şakırım
    Gül dalında biten gül neme yetmez
    Süleyman’ım kuş dilinden okurum
    Bana talim olan dil neme yetmez
    Kul Budala

    Bu şiirlerde de görüldüğü gibi Hz. Süleyman’ın kuş dili bildiği inancı ortaya çıkmaktadır. Delail-i Hayrat Şerhi’nde, Kur’an-ı Kerim’deki Neml (Karınca) Suresi 16. ayeti açıklanırken şöyle denilmektedir:

    “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi” ve her şey hakkında bilgi verildi. Süleyman’ın cinlerden insanlardan ve kuşlardan mürekkep orduları toplandı ve hepsi yerini aldı.”

    Büyük tasavvuf düşünürü Mevlana, Mesnevi’sinde simgesel anlamlarıyla kuşlardan yararlanmıştır. Mevlana’nın Mesnevi’sin de anlattığı kuş öykülerinden birinin özeti şöyledir:

    Avcının biri tuzakla bir kuş tutmuş. Kuş demiş ki: “Sen koskoca bir adamsın. Koyunlar yedin, doymadın, benim bir lokmacık etimle mi doyacaksın? Hadi bırak beni de sana üç öğüt vereyim, ilk öğüdümü senin elindeyken, ikincisini damın üstündeyken, üçüncüsünü de ağacın tepesindeyken.” Avcı da ‘peki’ demiş. Kuş ilk öğüdünü vermiş: “Sakın olmayacak şeye inanma!..” Avcı, kuşu elinden bırakmış, kuş dala çıkmış, ikinci öğüdünü vermiş: “Geçmişe gam yeme! Bir de şunu söyleyeyim. Sen beni bıraktın ama, benim içimde on gram ağırlığında koca bir inci var, işte onu da yitirmiş oldun.”Avcı dövünmeye başlamış. Kuş demiş ki, “benim kendim on gram değilim. Hiç içimde on gram inci olur mu?..” Kuş, damdan ağaca uçmuş ve son öğüdünü vermiş :”Sakın, bilgisizlere öğüt vereyim deme.” (Tutulan Kuşun Öğüdü, c : III, sf:527 )

    Kuş motifi en çok halk şiirinde işlenmiş ve halk ozanlarının, âşıklarının hep esin kaynağı olmuştur. Örneğin Ali İzzet Özkan, sevgilisini kuştan bile kıskanmakta ve söyle demektedir:

    Mühür gözlüm seni elden
    Sakınırım kıskanırım
    Uçan kuştan esen yelden
    Sakınırım kıskanırım

    Nizamoğlu ise şöyle der şiirinde:

    Biz bu dünyada bir kuşuz
    Her yana uçup geçeriz
    Hakkın nimetlerin yeyip
    Suların için gezeriz

    Karacaoğlan ise, bir dörtlüğünde kendini sevgili bahçesine yerleşmeye niyetli görünen kuşa benzetiyor:

    Ben de bir kuş idim, geldim ötmeye
    Yarin bahçesinde mesken tutmaya
    Göz kaldırdım cemaline bakmaya
    Ak gerdanda benler öldürdü beni

    Kuşların gökyüzünün derinliklerine doğru yükselmeleri, güzel sesli ve tüylü olmaları nedeniyle dünya yaratıklarının en üstünü olarak kabul edilen ve sevilen melekler, huriler, buraklar hep kanatlı bir kuş biçiminde düşünülür.

    Alevi - Bektaşi folklorunda ve yaşamında sevilen kuşlardan biri Leylek’tir. Göçmen kuşlardan olması ve uzak diyarlara gidip gelmesi nedeniyle halk şiirinde de motif olarak işlenmiştir. Örneğin leyleği ayakta görme üzerine söylenmiş bir mani şöyledir:

    Çalı çırpı toplar
    Leylekler yuva yapar
    Leylek havada durma
    Yarimi eller kapar.

    Yaygın bir inanca göre leylekler de insandır. Bu nedenle öldürülmeleri günahtır. Öldürenin talihli kararır.

    Marocca inancına göre, leylek bir evin damına yuva yaparsa o ev dağılır. Başka bir inanca göre, göçmen leylekler, ilk görüldüklerinde ak ve temiz iseler, o yaz havalar sıcak ve açık geçecektir; kirli ve kara iseler kötü bir yaz geçecek demektir. Bebeklerin leylek tarafından getirildiği söylencesi tüm dünyada yaygındır. Karikatürler de böyle çizilir. Buna ilişkin bir Alman söylencesine göre, leylekler bebek ruhlarını pınarlardan, kuyulardan toplayıp getirmektedirler.

    Anadolu’da ise leyleklerin kışın sıcak, kutsal topraklara gittiğini ve yazın geldiğini var sayarak leyleğe Hacı Leylek derler. Göç ve gezginlik, leyleğin en başta gelen özelliğidir. Bunu Kaygusuz Abdal şöyle anlatır:

    Yamru yumru söylerim
    Her sözüm kelek gibi
    Ben avare gezerim
    Sahrada leylek gibi
    Divan şiirinde ise leylek, şöyle anlatılmıştır:
    Bu bağa laklakayi laklak eylemişti hücum
    Katup kafeste nihan tutiyi seker güftar
    Şeyh Galip Bir başka halk ozanımız Habib Karaaslan ise, leyleğin hacılığını dizelerinde şöyle vurguluyor:

    Yolumu azıttım, nere dönerim.
    Bana bir yol göster, gel Hacı Leylek
    Bir güzelin ateşine yanarım,
    Derdimin dermanın bul, Hacı Leylek.
    Kuşlar arasında en çok sevilenin biri de güvercin’dir. Mevlit’te,
    Geldi bir ak kuş kanadıyla revan
    Arkamı sıvadı kuvvetle heman
    beytiyle anıldığı gibi, başka beyitte de şöyle anılmaktadır:
    Ali oldum Adem oldum bahane
    Güvercin donunda geldim cihane.

    Güvercin, Tevrat’ta geçer. Nuh, tufandan sonra yeryüzünün kuruyup kurumadığını anlamak için güvercini üç kez karaya gönderir. Güvercin ilk uçuşunda konacak bir yer bulamaz. İkinci uçuşunda ağzında bir zeytin dalıyla döner. Nuh Peygamber, bir hafta sonra kuşu tekrar gönderir. Bu sefer kuş geri dönmez. Anlaşılır ki sular çekilmiştir. Nuh, yeryüzünün kuruduğunu anlar ve gemisindeki canlıları karaya çıkarır.

    Güvercin, Hıristiyanlıkta “kutsal ruh” simgesidir. İslâm inancında ise günahsız bir yaratıktır. Barış ve sevginin sembolüdür. Hz. Muhammed, Sevr dağındaki mağarada saklanırken, mağara girişindeki ağacın üstüne bir çift güvercin yuva yapar. Peygamberin peşinden gelen müşrikler, mağara önünde yuvada bir çift güvercini görünce kuşkulanmazlar ve geri dönerler. Bundan dolayı güvercin saygı ve sevgi görür, kutsal sayılır.

    İlkçağlarda güvercin, havarileri simgeler. Su içen güvercin, dindarlık anlamına gelir.

    Alevi-Bektaşi inancında ise güvercinin büyük yeri ve saygınlığı vardır. Bazı Velayet-Nâme’lerde, Hacı Bektaş Veli’nin Horasan’dan Anadolu’ya güvercin donunda geldiği ve şimdiki Hacıbektaş ilçesi dışında Suluca Karahöyük denilen yere konduğu yazılmaktadır. Bu söylencesel olay, halk ozanlarımızın şiirlerine de yansımıştır:

    Horasan şehrinde zuhur eyleyen
    Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’mdir

    Güvercin donunda pervaz eyleyen
    Gelip Rum erleri niyaz eyleyen
    Tevella remzinde agaz eyleyen
    Hünkar Hacı Bektaşi Veli’mdir.
    Âşık Hilmi

    Güvercin donunda Urum’a geldi
    Darı çeş üstünde namazın kıldı.
    Veli kulun bir gün hayale daldı.
    Gözümeze Malye’nin çölü görünür.
    Âşık Veli

    Halk arasında güvercinin “hu hu!..” diye ötmesi, Allah’ın adını anması anlamına sayılmaktadır. Bu kuşun bir çeşidi olan kumru da bu nedenle kutsal sayılmakta, sevilmektedir. Alevi Tahtacıların en önemli kitaplardan biri olarak gördükleri Kumrunâme adlı kitap, Hz. Peygamber’in torunlarından söz eden bir kitaptır.

    Diğer bir motif de horoz’dur. Türk ve İslâm söylencelerine göre beyaz horoz değerli bir hayvandır. Beyaz horozun bulunduğu yere uğur gelir diye bir inanç vardır ki horoz öterken yapılan dua kabul olunur, cinler, şeytanlar, kötü ruhlar kaçar. Yine Hacı Bektaş Veli’nin horoz sırtına binerek ‘keramet’ gösterdiği söylenilmektedir. Birçok menakıb-nâmelere göre tanrı, Arş-ı Ala’nın altında, kanatlan zümrüt ve inci ile süslü bir beyaz horoz yaratmıştır. Şafak sökerken Tanrı’ya şükretmek için ötmeye başlayınca dünyanın tüm horozları da aynı anda ötmeye başlatmış.

    Folklorumuzda horozun bir özelliği de arslanı kaçırmış ve yıldırıma karşı koymuş olmasıdır. Yezidilerin inancına göre de tapınılacak bir yaratıktır. Aleviler horoz adadıkları zaman “bir cebrail adadım” derler. Görüldüğü gibi Alevilerin horoz inancıyla Yezidilerinki çakışmakta ve her iki inançta da Cebrail kabul edilmektedir. İranlılara göre ise, sabah ezan okuyucusudur, mürgü seher’dir.

    Çok eski bir Hint şiirinden horozla ilgili bir şiir örneği:

    Kümesten çıktı
    Şöyle bir duraladı
    Sonracığıma Çalımlı çalımlı yürüdü
    Ağacına doruğuna yolladı
    Gagayı dikti yukarı
    Kavruğu kaldırdı
    Ayakları üstünde dikildi
    İbiği kabarttı
    Yüksek perdeden
    Horoz öttü: Ü-ürü-üüü…

    Alevi-Bektaşilerce sevilen diğer bir kuş da turna’dır. Belki de diğer kuşlardan farklı bir önemi ve kutsallığa sahiptir. Öyle ki kuş semahı olarak yalnızca Turna adına bir semah vardır.

    Turna, halk şiirimizde de yoğun olarak konu edilen kuşlarından biridir. Tüylerinin güzelliğinden dolayı telli turna diye anılır.

    “Telli turnam kalktı çölden”
    Âşık Celali

    Göçmen kuşlardan olduğu için gurbetteki âşıklara sılayı anımsatır:
    Garip turna bizi senden sorana
    Şimdi bir yayruyu kuldur diyesin
    Aşkın zincirini takmış boynuna
    Devr içinde mecnun oldur diyesin
    Gevheri

    Turnaların katar halinde uçmaları ise ozanları duygulandırır:
    Turnam gelir katar katar
    Kanadını boynun atan
    Seher ile bir kuş öten
    Ötüşü dalınd (a) olur
    Dadaloğlu

    Bazen de Karacaoğlan olduğu gibi sevgilisini anımsatır:

    Turnalar havadan geçer
    Mah yüzlere nurlar saçar
    Ah ile vah ile geçer
    Günü yardan ayrılanın
    Cemal Hocanın ise yarine ulağıdır:
    Eylen turnam eylen var bir emanet
    Mektup yazam yara vermeden gitme.
    Ela gözlerini eyle ziyaret
    O güzel yüzünü görmeden gitme.
    Bülbül olsam güle ne
    Turna olsam göle ne
    Ben dedim yarim olsun
    Ben yar sevsem ele ne?
    Bazı kaynaklar, örneğin İbn Fadlan, 10.yüzyılda Türkistan’da küçük bir toplumun turnaya taptığını anlatır. Başkurt inancına göre Samanyolu, sürekli göç durumundaki bir turna sürüşüdür.
    Turnaya ilişkin bir başka söylence de şudur:
    Bir Başkurt delikanlısı çok iyi kuray (bir tür saz) çalarmış.
    Sazını göğe götürmüş ve o saz gökte turnaya dönüşmüş…

    Turnalarla ilgili bir söylenceye ise Türk halk edebiyatında, Emrah ile Selvi hikâyesi’nde rastlarız.

    Emrah sevgilisini aramak için gezerken, havaya bakarak turnaları görür. Turna katarının arkasından bir turna feryat ederek katara kavuşmaya çalışır. Bunu gören Emrah, içinde bulunduğu halini düşünerek yanında bulunan babasına: “-Baba! işte benim halim…” der. Babası bundan bir şey anlamaz. Emrah, yine babasına: “-Baba, şu gerideki turnayı görüyor musun? Avcılar eşini vurmuş, o da benim gibi yarinden ayrılmış.” Baba “-Bunun derdi, Selvi’nin derdini bastırdı” der. Emrah şöyle seslenir turnalara:

    Gökyüzünde uçup giden turnalar
    Bağrım delik deşik delindi turnam
    Sen de benim gibi yarden ayrıldın
    Sinemde bir telin bulundu turnam

    Bu sözleri işiten turnalar hemen inerler. Emrah’ın başucunda bağrışmaya başlarlar. Bunu gören Emrah’ın babası, “Emrah, ereceğine erdi” der.

    Alevi-Bektaşi inancında ise yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, turnanın, sesini Hz. Ali’den aldığı yönünde bir inanç vardır. Bu inancı Pir Sultan Abdal, dizelerinde şöyle dile getirmiştir :

    Hazreti Şah’ın avazı
    Turna derler bir kuştadır
    Asası Nil deryasında
    Hırkası bir derviştedir.

    Yine Alevilerin semahlarından birinin adı da Turnalar Semahı’dır. Bu semahta kızlar renklerine göre meydana çıkıp bir turna katarı oluşturarak dönerler. Kolların hareketi, kanat çırpışlarını ve büzülüşlerini, ayak hareketleri ise yürüyüşünü canlandırır. Kızların oynadığı Turnalar Semahı’nın nefesi şöyledir:

    İki turnam gelir başı çığalı
    Eğlen turnam eğlen Ali’misin sen?
    Birisi Muhammed birisi Ali
    Eğlen turnam eğlen Ali misin sen?
    Yoksa Hacı Beştaş Veli misin sen?
    İki turnam gelir rengi yemyeşil
    Biri imam Hasan ol pak-i nesil
    Biri imam Hüseyin cennette bir gül
    Eğlen turnam eğlen. Ali misin sen?
    Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen?
    Turnalar geldiler verdiler selam
    Aldım selamını eyledim kelam
    İlhami şüphesiz gördüm vesselam
    Eğlen turnam eğlen Ali misin sen?
    Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen?
    Âşık İlhami

    Alevi halk ozanlarından Kul Hüseyin ise turnaya, yolculuğuyla ilgili soru sormakta, bir çeşit yargılamaktadır:

    Devredip gezersin dar-ı dünyayı
    Bağdat diyarına vardın mı turnam?
    Mendine şehrinde Patıma Ana’yı
    Makamı andadır gördün mü turnam?

    Alevi semahlarından, örneğin Kırklar Semahı, Kırat Semahı, bazıları nefes olarak şu semah ezgisini kullanırlar:

    Yemen illerinden beri gelirken Turnalar Ali mi görmediniz mi?
    Havanın yüzünde semah dönerken Turnalar Ali mi görmediniz mi?
    Bu örneklerde de görüldüğü gibi Alevi - Bektaşi inancında bu kutsal sayılan ve sevilen kuşların dışında yöresel kültürlere göre aynı saygı ve önemi taşıyan kuşlar da vardır ki, örneğin şahin, tavus, serçe ve yeşilbaşlı ördek bunlardan bazılarıdır. Bu kuşlar da halk şiiri ve masallarında çok işlenmiş ve anlatılmıştır. Bu da ta ilkel toplumların, bazı hayvanları totem kabul etme inancından kaynaklansa gerek.

    Kaynakça

    Atilla Özkırımlı: Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, cilt: 2, İstanbul.
    Malik Aksel: Anadolu Halk Resimleri. İ. Ü. Ed. Fak Yayınları; 869, İstanbul 1960.
    Malik Aksel: Türkler’de Dini Resimler. Elif yayınları, İstanbul 1967.
    Sami Akalın: Türk Folklorunda Kuşlar. Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınlan: 191, Ankara 1993.
    Murat Uraz: “Eski Türk Destanları, Halk Şiiri ve Hikayelerinde Kuşlar” TFA, 15 (1971) 293.
    İlhan Cem Erseven: Aleviler’de Semah, ANT Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1990.
    İlhan Cem Erseven: “Bektaşi Folklorunda Resim - Yazı Sanatı” Türk Folkloru / Belleten, 1986-1, Türk Folkloru Yayınları, İstanbul 1986
     
    fırat68 bunu beğendi.
  2. fırat68

    fırat68 Active Member Üye

    paylaşım için teşekkürler.
     

Sayfayı Paylaş