İSTANBUL'DA KUŞÇULUK TARİHİ-1/2/3

Konusu 'Güvercin ve Kültür' forumundadır ve urfalıkadir tarafından 22 Mart 2009 başlatılmıştır.

  1. urfalıkadir

    urfalıkadir Member Üye

    İSTANBUL'DA KUŞÇULUK TARİHİ-1/2/3
    İstanbul'da Kuşçuluk-1 (İstanbul Araştırmaları, Sayı 1, Nisan 1997)


    İSTANBUL’DA KUşÜULUK-1

    Kuşçuluk tabiri Türkiye'de çeşitli devirlerde farklı anlamlar taşımıştır. Osmanlı Devletinin klasik örgütlenmesinin yürürlükte olduğu daha eski devirlerde kuşçu adı daha çok doğan, atmaca gibi yırtıcı kuşları yakalayıp evcilleştirerek bunlarla av yapanlara verilirdi. Padişahın avlanması için av kuşları temin edip besleyen doğancılar önceleri yeniçeri ocağına bağlıyken daha sonra enderun halkına dahil edilmişler ve 17. yüzyılın sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 19. yüzyıl sonlarında ise İstanbul'da kuşçu tabiriyle saka, florya gibi çeşitli ötücükuşları kafeste besleyen meraklılar kast edilmekteydi.

    Klasik devrin kuşçuları hakkında baznamelerden, fermanlardan, tahrir defterlerinden bilgi edinmek mümkündür, fakat yakın geçmişin kuşçuları hakkında bazı edebiyat eserlerindeki kısa değinmeler dışında hemen hiçbir yazılı kaynak yoktur. Halbuki kafeste kuş beslemek cumbalı ahşap evli, Arnavut kaldırımı döşeli dar sokaklı eski İstanbul mahallesinin ayrılmaz bir parçasıydı. Evlerin çoğunda küçük bir tahta kafes içinde bir sakakuşu beslenir, güzel havalarda kafesleri cumba önlerine asılan sakaların birbirlerine seslenmeleri sokağı şenlendirirdi. Güzün bostanlarda, mezarlıklarda kuş tutmak eski İstanbul'da çocuk olmanın icaplarındandı. Bu çocukların çoğu büyüyünce bu hevesi terk eder, pek pek evinde bir sakakuşu bulundururdu. Ancak bir bölümü bir avuç yem karşılığında tatlı ötüşleriyle sahibini engin kırlara, ormanlara götüren bu küçük yaratıklara bir ömür boyu sürecek bir tutkuyla bağlanırdı. İşte kuşçular bunlardı.

    Günümüzde hızla yok olan bu geleneğin incelemeye değer olması yalnızca eski hayatımızda yer almış olmasından kaynaklanmıyor. Kuşçular yüzyıllar içinde, ilgilendikleri kuşlar hakkında kısmen öznel olan, kısmen hurafe niteliği taşıyan, fakat çoğunlukla da günümüzün bilimi tarafından doğrulanan bir bilgi dağarcığı oluşturmuşlardı. Dolayısıyla kuşçuluk yalnızca eski hayatımızın bir parçasını oluşturduğu için değil, bu bilgi dağarcığı ve etrafında oluşan renkli kültür sebebiyle de incelenmeye değer.

    Bugün İstanbul'da kuşçuluk can çekişmektedir. şehrin ortasındaki ve çevresindeki yeşil alanların ortadan kalkması, eski mahalle dokusunun kaybolması ve geleneksel kültürden uzaklaşılması ile kuşçuluk da İstanbul hayatındaki yerini hızla kaybetmiştir. Bununla beraber, özellikle eski toplumsal ilişkilerin kısmen de olsa korunabildiği semtlerde olmak üzere, kuşçuluk kültürünün son nesli hâlâ ayaktadır.

    Kuşçuluk belirli yabanî kuşların yakalanması, kafeste beslenmesi ve ötüm zamanı genellikle kuşçu kahvelerinde toplanılarak kuşların karşılıklı öttürülmesi faaliyetlerini içerir. Kuşçuların en çok beslediği kuşlar sakakuşu (Carduelis carduelis} ve floryadır (Carduelis chloris). İspinoz (Fringilla coelebs) ve iskete (Carduelis spinus) daha az beslenen kuşlardır. Bu dört tür de ötücükuşlar (Passeriformes) takımının Fringillidae familyasından, tohum yiyerek beslenen kuşlardır.

    Sakakuşu 12 cm uzunluğundadır. Sırtı ve yanları kestane, karnı beyazdır. Yüzünde parlak kırmızı bir maske vardır. Maskeyi krem rengi bir şerit çevreler. Bu şerit de siyah bir hilâlle sırttan ayrılır. Kanatları ve kuyruğu siyahtır. Kanatlarının ortasında parlak sarı, enli bir şerit yer alır. Dişi erkeğe benzer, fakat daha ufak ve donuk renklidir. Avrupa, Orta Asya'nın batı kesimi, İran, Anadolu, Kafkasya ve Doğu ve Güney Akdeniz kıyı şeridinde ürer. Üreme mevsiminde ağaçlık çayırlarda, özellikle bahçelerde bulunur. Sık ormanlarda ve yükseklerde bulunmaz. Bir ağaca kurduğu yuvası yerden 4 ilâ 10 m yüksektedir. Dişi 4-6 yumurta yumurtlar ve bir üreme mevsiminde 2-3, ender olarak 4 kere kuluçkaya yatar.

    Sakakuşunun adının kökeni ilginçtir. Parlak renkleri, güzel ötüşü ve kafeste kolay beslenebilmesi sebebiyle sakakuşunun çok eski dönemlerden beri kafeste beslendiği bilinmektedir. Doğada sakakuşunun yuva yapmak ya da besin elde etmek için küçük dalları iki ayağı ile tünediği zemine kıstırıp kendine doğru çekebildiği gözlenmektedir. Ortaçağda sakakuşunun bu özelliğinin keşfedildiği ve bunun bir seyir haline getirildiği bilinmektedir. Kafeste beslenen sakanın içme suyu küçük bir kap içine konarak kap tüneğe bağlandıktan sonra kafesin dışına sarkıtılmaktadır. Sakakuşu susayınca doğal yeteneğini kullanarak su kabinin ipini ayaklarıyla çekip kabı tünek hizasına getirmekte ve suyu içmektedir. Bu özelliği sakakuşunun sakalık, yani su satıcılığı mesleğinin adıyla anılmasına yol açmıştır.

    Florya 15 cm uzunluğunda olup sakaya göre dahi iri yapılıdır. Rengi genel olarak kirli yeşildir. Erkeğinin göğsü sarımtırak , kuyruk ve kanat kenarları limon sarısıdır. Dişi belirgin biçimde ufak ve kahverengi-yeşildir. Floryanın üreme bölgesi de hemen hemen sakanınkiyle aynıdır. Florya da sakakuşu gibi ağaçlık çayırlarda, bahçelerde bulunduğu gibi sakanın pek tercih etmediği orman kenarlarında da görülür. Florya yuvasını genellikle saka gibi yükseğe yapmaz, fakat sık çalıların arasına yaptığı yuvasını iyi gizler. Dişi 4-6 yumurta yapar ve bir mevsimde 2-3, ender olarak 4 kere kuluçkaya yatar. Florya adı Rumca yeşil anlamına gelen floros kelimesinden gelir Eski kuşçuların çoğu florya yerine flürye de derler.

    Saka ve floryalar üreme mevsiminde genellikle bir bölgede birbirine yakın olarak yuva yapan topluluklar halinde bulunurlar. Fakat bu dönemde çiftler arasında fazla bir etkileşim olmaz. Güz başında üreme mevsiminin sona ermesiyle kuşlar sürüler oluşturarak üreme bölgelerini terk etmeye başlarlar ve gelecek bahara kadar sürü halinde yaşarlar. Saka ve florya tam anlamıyla göçmen kuş değildir. Yani leylekler ya da kırlangıçlar gibi hayat şartları nasıl olursa olsun, her yıl belli bir dönemde ılıman kuşaktaki üreme bölgelerini terk ederek tropikal ya da yarı-tropikal bölgelere göç etmezler. Göç hareketleri çok daha kısa mesafelidir ve hava şartları tarafından belirlenir. Meselâ İstanbul civarında yakalanan kuşların çoğu Balkanlar, daha az olarak Orta Avrupa'nın güneydoğusu ve Ukrayna'dan gelmektedir.

    Kuşçuluk faaliyetleri kuşların biyolojisine göre bir yıllık bir çevrim izler. Üevrim Ekimin ortasıyla Kasım sonu arasında kuşların yakalanmasıyla başlar. 1950'lere kadar en çok ökseyle kuş tutulurdu. Ükseotu {Viscum album) ağaçların dal ve gövdelerinde biten ve üzerinde bulunduğu ağacın özsuyunu emerek beslenen, çalı biçiminde asalak bir bitkidir. Ükseotunun tohumlarının kaynatılmasıyla elde edilen son derece yapışkan maddeye de ökse denir. İstanbul kuşçularına göre ökse kahverengi ökse ve yeşil ökse olarak ikiye ayrılır. Türkiye'de bulunanı kahverengi ökse olup kalitesizdir. Yeşil ökse ise geleneksel olarak Yunanistan'dan gelmektedir. Limon ağacının Türkiye'de yaygınlaşmasına kadar Türkiye'ye Yunanistan'ın Ege adalarından, özellikle de Sakız Adasından limon gelirdi. Gemilerle gelen limon Haliç'te Yemiş İskelesine indirilirdi. İstanbul kuşçularına yeşil ökseyi de Sakızlı Rumlar limon gemilerinde getirirmiş Beyrut'ta da yeşil ökse olduğu söyleniyor.

    Ükseyle kuş tutmak için önce ökse kuru kızılcık çubuklarına sürülür. Üubuklar yaş olursa ökse kesilir, yani yapışkanlığı ortadan kalkar. Ükse sürülen çubuklar "dikse" denen yapraklı bir dala ya da çalıya raptedilir. Dikse yapraksız olursa ökseli çubuklar güneşte parladığı için dikseye konan kuşlar ürküp kaçabilir. Dikse kuşların geçit yapmasına uygun, daha iyisi kuşların geçit yaptığı bilinen bir açık araziye, tercihan bir tümseğin ya da tepeciğin üzerine dikilir. Diksenin etrafına kafesler içinde yakalanmak istenen türden 3-4 kuş yerleştirilir. Güz ve kış aylarında sürüler halinde yaşayan sakakuşu ve benzerleri sürünün toplu halde hareket etmesi sırasında dağılmamasını sağlamak için sürekli olarak kısa bir ötüşle birbirleriyle haberleşirler. Diksenin etrafına yerleştirilen ve "çığırtkan" denen bu kuşlar uzaktan yaklaşan sürüyü işitince öterek hemcinslerine cevap vermeye başlarlar. Bunu duyan sürü de güvenli bir yer olduğunu zannederek dikseye iner. Yalnız çığırtkanların insana alışmış "eski" kuşlar olmaları gerekir; eğer henüz insana alışmamış kuşlar kullanılırsa bunlar uyarı ötüşü vererek sürüyü kaçırırlar. Kuşlar dikseye kondukdan sonra bir bölümü ökseli çubuklara yakalanır. Ükseye tutulan kuş başaşağı döner. Kuşçular da ökseyi tükürükle veya suyla çözerek kuşları birer birer toplarlar. Ükseli kızılcık çubukları 7-8 yıl kullanılabilir. Fazla nemde bozulur. Ükse kurursa şekerli su veya rakıyla ıslatılır.

    1950'lerde Yunanistan'dan ökse getirmenin artık mümkün olmaması üzerine (muhtemelen Yunanistan'dan limon ithaline gerek kalmamasından dolayı) ağla kuş tutmak yaygınlaştı. Bu yöntemde yine diğer usuldeki gibi yer seçimi yapılır. Ortaya saka tutulacaksa sakadikeni, florya tutulacaksa sap ayçiçeği konur. Bu bitkinin tohumları bu kuşların doğada en severek yedikleri besinlerdir. Yanına ''patalya (veya petelye) değneği" denen, çatal uçlu bir değnek dikilir. Her çatala "patalya" denen bir kuş, kanatlarının altından ve sırtından geçen ve "gömlek" adı verilen bir bez kuşaktan bağlanır. Gergi ipleriyle gerili olan ağ ise çekilince bu bölgenin üzerine kapanacak biçimde yere kurulur. Ağın etrafına yine kafesler içinde çığırtkanlar yerleştirilir. Uzaktan sürü görününce patalya değneği ipinden çekilerek patalyaların çırpınması sağlanır. Amaç sürünün dikkatini çekmek ve onlarda içgüdüsel olarak mevcut bulunan hemcinslerinin yanma konma isteğini uyandırmaktır. Sürü dikenlere konduğu zaman çeki ipiyle ağ çekilerek kuşlar yakalanır.

    Kuş tutmada en çok toprağa çakılan dokuz kazıkla raptedilip gerildiği için "dokuz kazık" denen dikdörtgen ağ kullanılır. Bu ağın kurulmasının mümkün olmadığı dar yerlerde ise dört veya beş kazıkla tutturulan, üçgen şeklindeki "muska ağ" kullanılır. Kuş ağları sardalya gözü balık ağından torlu olarak yapılır.

    İstanbul'da eskiden kuş tutulan yerlerin başında Yenibahçe bölgesi geliyordu. Bugün adı bile unutulmak üzere olan Yenibahçe, Bayrampaşa (Likos) Deresinin Edirnekapı ile Topkapı arasında surlardan içeri girdiği kesimden dere yatağı boyunca Aksaray'a doğru uzanan ve büyük bölümü bahçe ve bostanlarla kaplı olan bir bölgeydi. Bu yeşil örtünün arsasına serpiştirilmiş, çoğu bostancı Arnavutlara ait evler de vardı. 1955'te Vatan Caddesi'nin açılması sırasında dere yatağı ve bostanlar büyük ölçüde tahrip edilerek Yenibahçe ortadan kaldırıldı. Bugün o bostanların yerleri Vatan Caddesi, Emlâk Bankası apartmanları, Karayolları Lojmanları, Emniyet Müdürlüğü vs. tarafından işgal ediliyor. 1930'lar-50'ler arasında Kuşçu Yakup'un Yenibahçe'deki bahçesinde baharda ve yazın kuş öttürülür, güzün kuş tutulurmuş. Yenibahçe dışında sur içinde Altımermer ve Sultanselim'deki çukurbostanlarda, yani eski Bizans sarnıçlarında, sur dışında Mevlânakapı ilerisinde Anastos'un bostanında, Edirnekapı'dan Yedikule'ye uzanan mezarlıklarda, Üırpıcı Üayırı yakınında Cevizlibağ'da kuş tutulurmuş. Üsküdar tarafında ise Seyidahmet Deresi, Üamlıca, Toygartepe, Karacaahmet başlıca kuş tutma yerleriydi.

    İstanbul Araştırmaları, Sayı:1, Nisan 1997.

    İstanbul'da Kuşçuluk-2 (İstanbul Araştırmaları, Sayı 2, Temmuz 1997)


    Kuş Ütüşleri ve Kuşçu Kahveleri

    Kuşlar ağa düşürüldükten sonra sıra iyilerin seçilmesine gelir. Saka geçimi Ekim ayında yerli kuşlarla başlar. Kuşçular bunlara “oynak” der. Bunları Balkanların kuşları takip eder. Bu kuşlardan da iyi ötenler çıkmakla beraber kuşçular nezdinde asıl makbul olan kuşlar daha uzaklardan, Macaristan, Polonya, Ukrayna'dan gelen sakalardır. Bunlar Kasım ayında geçit yaptıkları için Kasım sakası olarak bilinirler. Kasım sakaları yerli sakalardan kolayca ayrılırlar. Cüsseleri daha iri, renkleri daha parlak ve daha temiz, gagaları daha uzundur. Yerli sakalarda başın iki yanındaki beyazlığın ortasında bulutlu kahverengi bir benek vardır. Kasım sakalarında bu benek ya hiç yoktur, ya da belli belirsiz görülür. Biyolojik olarak bakıldığında, Balkanlar'da bulunan sakalar Carduelis carduelis balcanica alttüründen, Romanya'nın kuzeyinden başlayarak kuzeyde Polonya'ya, doğuda Ukrayna'ya kadar olan bölgedekiler, yani kuşçuların Kasım sakaları, Carduelis carduelis carduelis alttüründendir. Tabiî bütün Kasım sakaları güzel ötmez. Fakat kuşçularca makbul ötüşlü olan sakaların çoğu Kasım sakaları arasından çıkar.

    Floryada da belli bir fiziksel varyasyon vardır. Normalde floryanın tüyleri yeşil-sarı ağırlıklı olurken bazı kuşlar daha çok gri-kahverengiye çalar. Bunlara “karadamar” denir. Fakat bu renk varyeteleri coğrafi dağılıma tekâbül etmez; dolayısıyla sakada olduğu gibi fizikle ötüş tarzı arasında bir ilişki olmaması gerekir. Zaten kuşçuların çoğu da floryanın fiziksel özellikleriyle iyi veya kötü ötümlü olması arasında bir bağlantı olmadığı düşüncesindedir. Buna karşılık yakalanan floryanın arasından iyilerini seçmek için kuşlar tekrar ağ başına getirilerek geçen kümelere cevap vermeleri dinlenir. Ama yeni yakalanmış kuş ürkeceği için bu çok sağlıklı bir yol değildir.

    Kuşçuluk güzün kuşların yakalanmasıyla bitmez. Asıl iş ondan sonra başlar. Amaç kafeste beslenen kuşun ötmesidir. Doğal ortamından kopartılarak küçük bir kafeste, insanların arasında yaşamaya zorlanan, gıdası değişen, üreme mevsiminde çiftleşemeyen erkek kuş öyle kolayca ötmez. Yabanî kuşları kafeste öttürmek için dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Tabii kuşun ötmesiyle iş bitmiyor, bir de güzel ötmesi lazım. Yoksa kuşçu tabiriyle "bozuk" öten kuşlar sabahtan akşama kadar ötse de kuşçuların nezdinde makbul olmaz.

    Peki "güzel" ötüş nedir? Kuşun güzel mi, kötü mü öttüğünün kaba taslak fakat aslî kıstası şu: Eğer ötüş kulağa hoş geliyorsa makbul, kulağı tırmalıyorsa kötüdür. Fakat İstanbul kuşçuları bu ana kıstası terk etmemekle beraber yeterli de bulmamışlar, kafes kuşlarının nasıl ötmesi gerektiği konusunda oldukça karmaşık bir kurallar manzumesi oluşturmuşlardır.

    İşe sakadan başlayalım. Sakanın ana ötüşleri üçe ayrılır: Ünler, ortalar, bağlar, Ünler, tahmin edilebileceği gibi ötüşün ilk aşamalarıdır. Belli başlı önler "velis", "çipetpet", "veste", "çel", "vayis" vs.dir. Kuşun "velis" veya "çipetpetin" arkasından "ders şakşağı" vurması gerekir. "şakşak" sakanın şakımasıdır. Ders şakşağını da "vicyo"veya "hik" ile bağlamalıdır. Mesela: "Üipet-pet-pet-pet, tii, şak-şak-şak, vicyo" gibi. Kuşun 3'lü, 4'lü, 5'li şakşak vurması gerekir. 2'li eksik sayılır. Eğer kuş "velis"le ötüyorsa arkasından "kaba şakşak" vurmalıdır. Kaba şakşağın sonunda çoğunlukla bağ olmaz. İyi bir sakada hem ders şakşağı, hem de kaba şakşak bulunmalı. Ortalar da şakşaktan sonra gelen kıskıs, yavyav, hihi, iryaf gibi nağmelerdir. Beğenilmeyen nağmeler ise tor, çaça, ezik nağmeler, sulu şakşaklardır.

    Tabiî ötüşün bu kadar ayrıntılı düzeyde ele alınmasıyla kulağa hoş gelme kıstasının aşılması, dolayısıyla işin içine belli bir sübjektiflik girmesi kaçınılmazdır. Meselâ sakanın önlerden sonra torlaması İstanbul kuşçuları için hiç makbul değilken, İzmir'de bunun beğenildiği söylenmektedir.

    Gelelim floryaya... Floryanın esas ötüşü makara çekme tarzındadır. Başlıca makara çeşitleri kurbağa makarası, canalya makarası ve ebabil makarasıdır. Görüldüğü gibi her üç makara çeşidi de başka hayvanların ötüşlerine benzetilerek adlandırılmıştır. Kurbağa malûm. Canalya (aslı Rumca caneli) Emberizidae (Kirazkuşları) familyasından, bilimsel adı Emberiza citrinella olan, tohumla beslenen, açık arazide yaşayan küçük bir kuştur. Yazın özellikle Trakya'nın kuzeyinde ürer. Kışın diğer bölgelerde de görülür. Ebabiller ise eskiden kayalıklarda bulunurken günümüzde daha çok büyük şehirlerde yaşayan, ilk bakışta kırlangıca benzeyen kuşlardır (Apopidae familyası).

    Kurbağa makarasının alt çeşitlerinden tor kurbağası, yuvarlak kurbağa ve düz kurbağa makbul olanlardır. En makbulü de tor kurbağasıdır. Basık kurbağa ve çır kurbağası ise makbul olmayan kurbağalardır. Canalyanın "cucucu", "cicici", kaba canalya gibi çeşitleri vardır.

    Floryanın makbul makaraları arasında bir de "lülü" vardır ki en makbulü kabul edilen bu ötüşün 15-20 yıldan beri duyulmadığı, unutulduğu söylenmektedir.

    Floryanın ötüşü makara olduğı için hem ötüşün güzelliği, hem de uzunluğu önemlidir. Ütüşün uzunluğu kuşçular arasında "sayı" ile ölçülür. Aşağı yukarı bir sayı yarım saniyedir. Kuş öterken kuşçular içlerinden onar onar sayarlar. 50 sayının üzerinde öten kuşlara "uzun kuş" denir. 200 sayı öten kuşlar olduğu söylenmekteyse de ben bunu ihtiyatla karşılıyorum. Tabiî kuşun uzun ötmesi yanında güzel ötmesi de gerekir. Bir kere makbul makaralarla ötmesi şarttır. Üterken makarayı devirmemesi, yani başka makaraya geçmemesi, indirme bindirme (yani volüm dalgalanması) yapmaması gerekir. Bunlara “bozuk” denir. Fakat makaraya başladıktan sonra kaldırırsa, yani volümü yükseltirse bu bozuk olmaz, ama ezerse bozuk olur. Floryanın "ders" devresi 15 Marttan sonra başlar. Ders, kuşun tam ötümden önceki yarım, bölük pörçük ötmesidir. Florya 1.5 ay kadar ders yapar. Ders esnasında makaralarını pişirir. Nisan 15 civarında da "dikilir", yani makaraya başlar; Ağustos sonuna kadar öter. İşte bu dönem, kuşçuluğun en keyifli dönemidir.

    Otücükuşların ötmesi üremeyle ilgilidir. Ütüşün amacı çevredeki hemcinslerine varlığını ilân ederek dişileri cezbetmek, erkeklere ise meydan okumak, önce eş bulmada, sonra da besin aramada diğer erkeklerin öten kuşun bölgesine girmemesini sağlamaktır. Dolayısıyla ötme sosyal bir olaydır. Kafeste tutulan kuşlar da başka kuşlarla karşılaştıklarında daha çok öterler. Bu saka için de önemli olmakla beraber floryanın bol ötmesi için elzemdir. Bu sebeple ötüm mevsimi girince kuşçular kuşlarını kuşçu kahvelerine getirerek karşılıklı öttürürler. Kuşçular da kuşların karşılıklı ötüşünün rekabet esasına dayandığının bilincindedirler. Onun için karşılıklı öten kuşların “dövüştüğünden” söz ederler. Kahvede kuş öttürmenin incelikleri vardır. Değişik çevre kuşu ürküteceğinden, floryanın kafeslerinin üzerine daha kış mevsiminde ince beyaz bezden örtüler geçirilir. Daha sonra kuş kahveye yine örtüde götürülür ve bu sayede yerini yadırgamadan öter. En makbulü kuşun asmaca ötmesidir. Yani kafesi asıp kuşu kendi haline bırakırsınız, kuş bozmadan öter. Fakat iyi öten kuşların çoğunun zaman zaman bozukları olur. Bu yüzden kafes masanın üstünde durur. Kuşun sahibi kuş bozduğu zaman daha önceden kuşu alıştırdığı şekilde hafifçe kafese vurarak bozuk ötüşü kesmeye çalışır. Kahvedeki kuşların bozuk ötmemesi floryada çok önemlidir, çünkü sakadan farklı olarak floryanın ötüşü hayatının her döneminde bir ölçüde değişmeye açıktır. Yani floryanın ötüşü kısmen genetik olarak belirlenir, kısmen de öğrenilir. Bu yüzden bozuk ötüşlerin olduğu bir ortamda en falsosuz kuşun bile bunları kapıp ötüşünü bozma ihtimali vardır. Onun için kuşçu kahvelerini işletenlerin kuşçuluktan anlaması şarttır, çünkü ötüm zamanı kuşu devamlı falso yapan kişiyi kuşunu götürmesi için uyarmakla yükümlüdür. Tahmin edilebileceği gibi kahvede karşılıklı kuş öttürmenin müsabakaya, rekabete dönüşebilecek bir yanı vardır. Üzellikle floryanın ötüp ötmeyeceğinin belli olmaması, fakat bir kere kızışınca da kuşların karşılıklı olarak birbirlerini bastırmak için öttükçe ötmeleri, yani dövüşmeleri bu kuşu iddiaya elverişli kılar. Hatta son yıllarda organize müsabakalar da düzenlenmektedir. Yalnız floryanın dövüşmesi için karşısındaki kuşun da aynı makarayı çekmesi gerekir. Mesela kaba canalya öten kuş ebabile cevap vermez. Üsküdarlı ünlü kuşçu Ciğerci Hikmet'in bir anısı iddiacılığın nerelere varabileceğini göstermektedir:

    "Bir gün Balatlı Terzi Yani Arap Ali'nin kahvesine bir florya getirdi. Kuş çırladı. Arap Ali söylenince Yani kızdı; kuşun kafasını koparıp attı. Bu 100 sayılık bir kuştu."

    Günümüzün belli başlı kuşçu kahveleri şunlardır: şehremini Saray Meydaninda Ali Hocanın (Suvat Ergünel) kahvesi, Kocamustafapaşa Sümbülefendi’de Tarık'ın (Tarık Kırkan) kahvesi, Üsküdar Yenimahalle, Dikilitaş'ta Palabıyık İbrahim'in kahvesi, yazlık olarak da Silivrikapı, Beykoz Üayırbaşı'dır. Beşiktaş'ta Kamburun Bahçesinde de kuşçular ötüm zamanı Pazar sabahları toplanırlar. Üarşamba günleri de Fatih Camiinin Malta Kapısı önünde kuş pazarı kurulduğunda kuşçular kapıya bitişik Malta kahvesinde toplanırlar. Eskinin namlı kuşçu kahvelerinin başında Fatih Atpazarı kahvesi gelir. II. Abdülhamit devrinde kuş pazarı da burada kurulurmuş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında ise Alipaşa (Davutpaşa Camii'nin avlusunda), Tavukpazan, Silivrikapı (surun dışında), Yenibahçe, Üsküdar'da Arap Ali'nin kahvesi, yine Üsküdar'da Muhacirin kahvesi, daha yakın yıllarda da Karagümrük'te Nihat'ın Kahvesi ünlü kuşçu kahveleriydi. Bazı saka ve floryalar ötüşlerinin olağanüstü güzelliğiyle kuşçuluğun sözlü tarihinde yer almışlardır. Bugünkü kuşçulara göre gelmiş geçmiş en iyi saka, 1930'lu yıllarda yaşayan Limoncu Saka'dır. Eminönü Limon İskelesinde çalışan bir Rum'a ait olduğu için bu adla anılan bu kuşun ötüşü kanarya kadar gürmüş.

    Ünlü floryalar daha çoktur: Sahibi Kapalıçarşı'da fincancılık yapan Fincancı Kuş (1936), Taksim tarafında Karabiber Kuş, Atatürk'ün hanendesi Hafız Yaşar'a ait Aslanmarka Kuş (hepsi 1930'lar), Taksim'de Benzinci Kadri Beye ait Benzinci Kuş (1949-50).

    İstanbul Araştırmaları, Sayı:2, Temmuz 1997.


    İstanbul'da Kuşçuluk-3 (İstanbul Araştırmaları, Sayı 3, Ekim 1997)


    Kuşçular: Bir Nağmeye Adanan Ümür

    Naşit Üzman 1915'de varlıklı bir ailenin oğlu olarak Girit'te doğdu. Aile kısa bir süre sonra İstanbul'a göç ederek Beşiktaş'a yerleşti. Girit'teki gayrimenkulleri karşılığında kendilerine verilen gayrimenkuller zorunlu göçün iktisadî yıkıma dönüşmesini engellemişti. 1910'ların, 1920'lerin Beşiktaş'ında ahali devlet erkânı ve saray görevlileri gibi hali vakti yerinde ve "kibar" insanlardan meydana geliyordu. Bunlar arasında kuşçular vardı. II. Abdülhamit'in de çok meraklı bir kuşçu olması da saray çevresinde bu merakın yaygınlığına katkıda bulunuyordu. Tanınmış kuşçulardan biri de Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşanın oğlu Emin Paşaydı. Naşit Üzman bu ortamda kuşçuluğa merak sardı.

    Naşit Bey 17 yaşındayken Dolmabahçe Sarayının kapısının yanındaki çınar ağacında bir ispinoz yuvası bulur. Yuvayı gözetler; tam yavrular uçacakken üç yavruyu yuvadan alır. Yavruların üçü de erkek çıkar. İspinoz ötüşünün büyük bölümünü yetişkin erkek kuşları (tabiî doğada daha çok babasını) dinleyerek öğrenir. Bu yüzden ispinozun ötüşü bölgelere göre önemli ölçüde değişkenlik gösterir. Kuşçulara göre bunların sadece bir bölümü makbuldür. Yavru bir ispinoz ele geçtiğinde bu kuşa iyi ötümlü bir erkeği dinleterek ötüş öğretmek gerekir. Buna "babaya vurmak" denir. Bu yapılmazsa kuş doğru dürüst ötmeyi öğrenmez. Yavru ispinozları Naşit Üzman'ın elinde gören eski kuşçular, kendisinin bu kuşları ziyan edeceğini, bunları Fındıklı'da dalyancılık yapan meşhur ispinozcu Tahsin Efendiye götürürse bir baba kuşla takas edebileceğini söylerler. Naşit Üzman Fındıklı'ya giderek Tahsin Efendinin balıkçı dükkânını bulur; ihtiyar meraklıya yavru kuşu verip karşılığında bir baba kuş alır. Bu kuş tam kuşçuların istediği gibi "Hoca Ali" öten bir kuş çıkıyor. (Tahsin Bey'in ölümünü Naşit Üzman şöyle anlattı: "Bir gün Fındıklı önünde kayıkta voli çekerken fenalaşmış; kayıktakilere eliyle Karacaahmet'i gösterdikten sonra vefat etmiş.")

    Naşit Bey daha sonra bu ispinozu Beşiktaş'taki bir manavın uzun ötümlü floryasıyla takas eder. Böylece kuşçuluğun en zor dalı olan floryacılığa adım atmış olur. (Kendisi "Bana floryacılığı bu kuş öğretti" demektedir.) Bundan sonra ömrünün geri kalan kısmını istediği gibi öten floryalar bulma ve besleme peşinde geçirir. Hiç evlenmez. Kısa bir süre ticaretle uğraştıktan sonra çalışmayı da bırakır. Ailenin gayrimenkullerinden Üsküdar Yenimahalle'deki bahçeli ahşap eve yerleşerek burada kuşları ve bahçenin havuzunda yetiştirdiği havuz balıklarıyla mütevazi bir hayat sürer.

    şevket Kokal 1926'da Üsküdar'da, Arnavut kökenli, dar gelirli bir ailenin oğlu olarak doğdu. Babası sokaklarda sahlep satardı. Fazla okumadı, ortamektep çağında Üsküdar Balaban iskelesinde olta balıkçılığına başladı. 1980'lere kadar İstanbul balıkçılarının "dike" dediği Kızkulesi, Fındıklı, Kuruçeşme Adası üçgeninde olta balıkçılığı yaparak geçimini sağladı. Bu arada yetiştirdiği kanaryaları satarak ek gelir elde etmeye çalıştı. Fakat şevket Beyin kuş merakının bilançosu çıkarılacak olursa, maddi olarak getirdiğinin götürdüğünden az olduğu ortaya çıkar. şevket Bey kuşçular arasında giyimine çok özen göstermesi, özellikle kuş desenli kravat ve çoraplarıyla, fötr şapkasıyla, nüktedanlığıyla ve saka hakkında yazdığı şiirle tanınan renkli bir kişiliktir.

    şevket Kokal'ın çocukluğunda Üsküdar'ın en meşhur sakacısı Albay Ali Beymiş. şevket Kokal Ali Bey'in yanında yetişmiş. Ali Bey Selâmsız Karakolunun arkasındaki mezarlıkta kuş öttürmek istediği zaman kendisi atına biner, kafes sallanınca kuş ürkeceği için kafesi küçük şevket taşır, bu hizmeti karşılığında albaydan 5 kuruş alırmış. Mezarlıkta kuş öterken albay ötüşleri şevket'e izah edermiş. Albay İstanbul'un en iyi kuşlarını alır, 8 lira, 16 lira gibi o devir için (1935-40) büyük paralar ödemekten çekinmezmiş. şevket Kokal'dan bir anı:

    "1930'ların ünlü kuşçularından biri de Balatlı güreş antrenörü Ümer Efendiydi. Ümer Efendi boğmaklıya (Boğmaklı Toygar: Melanocorypha calandra; bir çeşit tarlakuşu) saka dinletmiş. Kuş saka ötüşünü iyice kapınca İstanbul'daki bütün meraklıları Yenibahçe'ye davet etmiş. Boğmaklı örtüde. Üok güzel saka ötmüş. Ümer Efendi örtüyü açınca herkes şaşırmış.”

    Abdurrahman Üıkanlar 1922'de Fatih'te, Malta'da doğdu. Doğduğu ev geniş bir avluya bakıyordu. Avlunun öbür başında ahırlar vardı. Babasının 7 at arabası, 14 atı vardı; bu arabalar İstanbul'daki ekmek fırınlarına Unkapanı'ndan ve Ayakapı'dan yüklenen un çuvallarını taşırdı. Abdurrahman Üıkanlar'ın çocukluğu atlar arasında geçti. Fatih Atpazarındaki kahveye gelen kuşçuları görerek kuşçuluğa merak sardı. 1940'larda un nakliyatı kamyonlarla yapılmaya başlanınca Abdurrahman Bey baba mesleğini bırakmak zorunda kaldı; boyacılık, oto tamirciliği yaptı. şu anda emekli. Abdurrahman Üıkanlar'dan bir anı:

    "Benim çocukluğumda Fatih Nişanca'da meşhur ispinozcu Terzi Ali vardı. Bir ara Terzi Ali'de eşi benzeri görülmemiş güzellikte "Hocaali-cafcaf-Hacı" öten bir ispinoz vardı. Terzi Ali'nin dükkanının giriş katında kaynanası Arap Necmiye Hanımın kahvesi vardı; kuşları burada dururdu. Terzi Ali bu kuşunu çok kıskanır, bu ötüş başkalarında olmasın diye kahveye yavru ispinoz sokturmazdı. Bir gün gümrük kolcusu İsmail Efendi kahveye geldi, oturduğu masanın altına gazeteyle iyice sarılmış küçük bir paket bıraktı. Bir süre sonra paketten "cok-cok-cok” sesi gelmeye başladı (ispinozun sürü halindeyken çıkardığı kontak çağrısı). Meğer o paket küçük bir sevkiyat kafesiymiş, içinde yavru ispinoz varmış. Gümrükçü kuşu babaya vurmaya gelmiş. Yavru kuş ötünce kahvedeki muzipler Terzi Ali'ye seslendiler; fakat Terzi Ali aşağı inemeden İsmail Efendi paketi kaptığı gibi toz oldu."

    Hikmet Kırçiçeği (Ciğerci Hikmet), 1331 Üsküdar doğumlu. Üsküdar'da ciğercilik yaptı. Kuşçuluğa 10 yaş civarında, Üsküdar tulumbacılarından görerek sakayla başladı. 15-16 yaşında floryaya başladı. Hikmet Bey çocukluğunun ünlü kuşçularını şöyle sayıyor: "Tulumbacılardan Bilâl Reis, kardeşi Mehmet Reis, Bıçakçı Reşat Dimistokli, Kahveci Arap Ali, Kahveci Rıza Baba, Pandeli, Deli Muharrem, Capon şükrü, Muallim Yusuf Hoca." Hikmet Kırçiçeği'nden bir anı:

    "Her kuş bozuk ötebilir. Sonradan düzelen kuş da oluyor. 1948'de yerli yavrusu, bozukları olan bir kuşum vardı. Üöplükteki (Bizans Üöplüğü olarak bilinen, şimdiki Kasımpaşa Stadının mevkii) kahvede Helvacı Mustafa, Kaptan, Arabacı Tahsin'le otururken bu kuş çırlayınca kahveden kovulduk. Kızdım, kuşu birine verdim. Kuş sonradan düzeldi, piyasanın en iyi kuşu oldu. 150 sayı öttü."

    Bu çalışmanın ortaya çıkmasını sağlayan diğer kaynak kişiler şunlardır:
    Kocamustafapaşalı Celâlettin Birgen (Ürtücü Celâl. Asıl mesleği terzilik. Kafeslere örtü de diktiği için lakabı örtücü), Alipaşalı Kemal İren, şehreminili Hayri Tuğlacı (Sıvacı Hayri), şehremini Saray Meydanındaki kuşçu kahvesini işleten Suvat Ergünel (Ali Hoca olarak bilinir), Kasımpaşalı Fethi Ertüren ve Arnavutköylü Dimitri Lipari (Maalesef çalışma yayınlanmadan vefat etti. Toprağı bol olsun.) Hepsinin ağzına sağlık. Allah hepsine bol şakşaklı, bol makaralı uzun ömürler ihsan etsin.

    İstanbul Araştırmaları, Sayı: 3, Ekim 1997.

    ALINTI.
     
  2. AHMET ESEN

    AHMET ESEN Active Member Üye

    paylaşım için teşekkürler elinize sağlık
     
  3. guvensancak

    guvensancak New Member Üye

    Merhaba Kadir Bey Kardeşim ;

    Paylaşımın çok güzel ve gerçekten faydalı bilgilerle dolu.

    Bir saka ve güvercin sevdalısı olarak, her kelimesini merakla okudum.

    Herkese Sevgi ve saygılarımla
     

Sayfayı Paylaş